1 Nisan 2008 Salı

Aşk Sahasının Ronaldinyo'su Fuzûlî

Milletleri millet yapan vazgeçilmez değerler vardır. İnsanları birbirine kenetleyen, onları bir ve beraber kılan, geleceğe emin adımlarla yürümelerini sağlayan vazgeçilmez en büyük değer millî kültürdür. Kültürü meydana getiren birçok unsur vardır. Bunların en önemlilerinden biri de edebiyattır, hele hele bizim milletimiz için şiirdir.

Atalarımız “Ata Yurttan” , Ana Yurda” gelip yerleşene dek; sevinçlerini, coşkularını; yiğitliklerini, kahramanlıklarını; acılarını, dertlerini, hüzünlerini; aşklarını, sevgilerini; dinini, inancını, ahlâkını; Allah’ını, peygamberini hep şiirle dile getirmiş. Biri ölmüş, ardından ağıtlar yakmışız, mersiyeler kaleme almışız; âşık olup koşuklar dile getirmiş, koşmalar söylemişiz, gazeller yazmışız...

Biz, yediden yetmişe şiir yazan bir milletiz. Farkında olmasak da kalbimiz 11’li hece ölçüsüyle atarken, kanımız fâilâtün fâilâtün fâilatün fâilün vezniyle akar. Bizler şiirle bütünleşmiş bir milletin evlatlarıyız.

Şiirle bütünleşmiş bir millet olarak edebiyatımız şiir sahasında pek kıymetli ve çok büyük sanatkârlar yetiştirmiştir. Her zaman kendileriyle iftihar edebileceğimiz, dünya çapının dar geleceği büyüklükte sanatkârlarımız ve o yüce ruhların meydana getirdiği muhteşem bir sanatımızın olduğunu, merak anahtarıyla mazinin tozlanmış, paslanmış kapılarını aralayıp oradan içeri adımını atanlar çok iyi bilirler…

Şairler, şiirlerinin sonsuza kadar okunması, anlaşılması ve bu gök kubbe altında hoş bir seda olarak yankılanması için onları bizlere miras olarak bırakmışlardır.

Ben sizlere 16.yüzyılın büyük şairiFuzuli’yi anlatmaya çalışacağım. Öncelikle söyleyeyim, Fuzuli’nin hayatını anlatmayacağım. Onun hayatını merak edenler internetteki herhangi bir arama motoruna müracaat etsinler ya da bir kitapçıdan Fuzuli’nin biyografisini alsınlar. Ben sizinle Fuzuli’nin bize gönderdiği mesajı, yani şiirlerini, şiirlerindeki Fuzuli’yi paylaşmak istiyorum…

Fuzûlî, kelimenin tam mânâsıyla güzelliğe âşık bir kalp adamıdır, aşk ehlidir. Daha çocukluğunda ilim tahsil ettiği hocasının kızına âşık olarak, aşk ilminin temel derslerini öğrenmiştir. Teşbihte hata olmaz diyelim, aşkı futbola benzetirsek Fuzûlî, aşkın Ronaldinyo’sudur. Kimse aşk sahasında onun gibi koşamaz, onun gibi oynayamaz. İddialı bir söz olacak, ama söyleyeceğim : “Analar şu fâni dünyada aşkı ondan daha güzel anlatabilen ikinci bir şair doğuramamıştır. Ben inanıyorum ki bizler, öğretmenler olarak onu anlayıp anlatabilseydik şu anda bütün gençlerin elinde bir “Fuzûlî Dîvânı” olurdu. Sevenler onun, içindeki aşk fırtınalarıyla meydana getirdiği beyitlerini birbirlerine mesaj olarak gönderip sevdiklerini kendilerine daha sağlam bir sevgi bağıyla bağlayabilirlerdi.

Malûmdur, hanımlar sevilmekten hoşlanmazlar; onlar çok, ama çok sevilince mesut ve bahtiyar olurlar. Hanımlar öyle sevilmelidirler ki Leyla’yı ve Şirin’i bu sevilme yarışında geri bırakabilsinler. İşte bunu bilen şairimiz, görelim hanım ne söylemiş?

“Bende Mecnûn’dan füzûn âşıklık istidâdı var

Âşık-ı sâdık benem Mecnûn’un ancak adı var”

“Bende Mecnun’dan daha fazla âşıklık kabiliyeti var; gerçek âşık benim Mecnun ise bir isimden ibarettir.”

“Kıl tefâhür kim senin hem var benim tek âşıkın

Leylî’nin Mecnûn’u Şîrîn’in eğer Ferhâd’ı var”

“Ey sevgilim, Leyla’nın Mecnun’u, Şirin’in Ferhat’ı varsa ne olmuş? Övün sevgilim, övün! Övün ki senin benim gibi bir âşığın var.

Beyitlerde görüldüğü gibi şair, sevdiğine, âşıklık seviyesini ispatlamaya çalışıyor. Çünkü sevgililer, Mecnun’un Leyla’sını sevdiği gibi sevilmek ister.

Şiirde aranan en önemli özelliklerden biri samimi olmak, yapmacıklıktan uzak olmaktır. Fuzûlî ile yapmacıklık gece ile gündüz gibidir. Hiçbir zaman bir arada bulunamazlar. Gece olursa, gündüz olmaz; gündüz olursa, gece olmaz. İşte onun gibi Fuzuli’nin olduğu yerde de yapmacıklık olamaz…

“Dimen kim adli yok ya zulmü çok her hâl ile olsa

Gönül tahtına andan özge sultân olmasın yâ Rab”

O,şiirlerinde beşerî ve ilâhî aşkı iç içe dile getirmiştir. Şiirler, her iki anlama gelecek şekilde bina edilmiştir.

“Yâr kılmazsa bana cevr ü cefâdan gayrı

Ben ana eylemezem mihr ü vefâdan gayrı”

Sevgili, bana eziyetten başka bir şey yapmasa da ben ona sevgiden vefadan başka bir karşılık veremem.”

Şair, çektiği sıkıntıların Allah’tan geldiğini biliyor. Yaratıcı, kullarını bu dünyada sıkıntılarla imtihan etmektedir. Bunun için şair ,gerçek sevgili olan Allah’a bağlılığının devam edeceğini söylüyor. Hem insanlar sıkıntı içine düştüğünde Allah’a daha çok yakınlaşır.

Aşk adamı dedik. Aşkın ıstırabından her zaman hoşlanmış, her zaman aşk ıstırabıyla yanmak kavrulmak istemiştir. Başkaları bundan şikâyet ederken o bu durumdan memnundur. Çünkü sevdiğinden ne kadar ayrı ve uzak kalırsa sevdiğine olan aşkı daha da büyüyecektir. O,sevdiğini öyle büyük bir aşkla sevmelidir ki kimse bu aşk yarışında ona yetişemesin. Bunun için aşk acısından mutluluk duyar.

Ehl-i temkînim beni benzetme ey gül bülbüle

Derde yok sabrı anın her lâhza bin feryâdı var.

“Ey gül, beni, derde sabrı olmayan ve her an bin feryât eden bülbüle benzetme, ben senden ayrı kaldığım için huzurluyum. Çünkü senden ayrı olduğum müddetçe gönlümde çığ gibi büyüyen aşkınla yaşayacağım.”

Beyit, gül-bülbül efsânesine işaret ediyor. Şimdi bu beyiti daha iyi anlayacağız. Anlayabilmek için hikâyeyi hatırlamamız gerekiyor.(gül-bülbül hikâyesi)

Bir güzeli ancak ya çamaşır asarken ya kapısının önünü süpürürken ya da çeşme başında su doldururken görebilmek mümkündür. O fırsat da her zaman ele geçmez. Çünkü güzeller örtüsünün altındadır. Âşık, sevdiğinin gözü, kaşı nasıldır bilmez. Saçları hareli mi, kıvırcık mı? Gözler elâ mıdır? Yoksa başa belâ mıdır? Yoksa kara mı? Gönüllerde yara mı? Kimse bilmez, bilemez. Âşık hayalinde tasvir eder sevdiğinin güzelliklerini ve o hayallerle yaşar; aşkı, merak içinde büyüdükçe büyür.

Şairimizin yaşadığı devir ve coğrafya dikkate alınırsa. Bir güzeli seyretmek, bir güzelin yüzüne bakmak ne mümkündür. Bir nevi idam fermanın yazılması demektir. Ama ne yapsın gönül bu, ferman dinlemiyor. O güzelin gül yüzüne, günah olduğunu bilse de bakmadan duramıyor:

Ruhsârına ayb etme nigâh ettiğimi

Gözyaşı döküp nâle vü âh ettiğimi

Ey pâd-şeh-i hüsn terahhum çağıdır

Affeyle ki bilmişim günah ettiğimi

“Ey güzelliğin padişahı, gül yüzüne uzaklardan baktığım, feryat edip ağladığım için beni ayıplama. Ben senin gül yüzüne bakıp bir yasağı çiğnemiş olduğumu biliyorum, şimdi acıma, merhamet etme zamandır, lütfen beni bağışla.”

Şairimiz mübalağalı anlatıma da çok yer vermektedir. Mübalağaları öyle güzeldir ki okuyanın büyülenmemesi mümkün değildir:

Öyle zaîf kıl tenimi firkatinde kim

Valsına mümkin ola yetürmek sabâ beni

“Sevgilimin ayrılık acısıyla benim vücûdumu öyle zayıf kıl ki rüzgârın beni sevgilime kavuşturabilmesi mümkün olsun.”

Olsaydı bendeki gam Ferhâd-ı mübtelâda

Bir âh ile verirdi bin Bîsütûn’u bâda

Bendeki aşk derdi hikâyelere konu olmuş Ferhat’ta olsaydı, ah ettiğinde ağzından çıkan havayla aşmaya çalıştığı dağ gibi bin tanesini rüzgârın önüne katıp toz ederdi. Yani şair, ben bir ah ile Ferhat’ın günlerce uğraşıp da delemediği dağı toz ederim demek istiyor. Yani ben Ferhat’tan daha büyük aşığım demenin başka bir yolu…

Lise edebiyat kitaplarının hemen hemen hepsinde şairimizin bir musammat gazeli vardır: “ Beni candan usandırdı.”diye başlayan gazelden bir beyit ile konuşmama son vermek istiyorum.

Gül-i ruhsârına karşı gözümden kanlı akar su

Habîbim fasl-ı güldür bu akar sular bulanmaz mı

“Ey sevgilim,gül yanağına baktıkça gözümden yaşlar kan olup akar;neden akmasın ki, gül mevsimi olan baharda akar sular bulanık akar.”

Hiç yorum yok: