5 Şubat 2011 Cumartesi

NEFRET

Yıllardır gençleri gözlüyorum. Birçoğu nefretle bakıyor kendileri gibi düşünmeyenlere. Ellerinde imkân olsa bir kaşık suda boğacak düşman belledikleri insanları. Kendileri gibi yaşamayanlar ölmeli, gebermeli. Onların yaşamaya hakları olamamalı. Onlar öldürülürse kabahat olmaz, suç olmaz hatta cinayet olmaz. Ancak ve ancak dünya bir pislikten temizlenmiş olur. Ne yazık ki böyle düşünüyorlar, maalesef böyle söylüyorlar, daha doğrusu böyle haykırıyorlar.

Kimi gençlerimiz “Bu dünya bizim; bu küre, bizim etrafımızda dönüyor.” zannıyla birtakım boş hayallerin peşinde koşturuyorlar. Sorsan; sevgi için, barış için, hürriyet için var olduklarını söylüyorlar. Ama birilerine saldırmayı, gece gündüz onlara hakaret etmeyi marifet sanıp ideolojik uyuzlarını kaşım kaşım kaşıyorlar. Kendin gibi hayata bakmayanlara nefretle bakmak mıdır sevgi? Barış içinde yaşamak, gündüz gece kalbinde nefret tohumlarını yeşertmek midir? “ Ben istediğimi yaparım, düşüncemi söylerim, başkası söyleyemez!” Bu mudur sevgi, bu mudur barış, bu mudur hürriyet?

Modern dünyanın düşünce akımlarında insanın kendini sorgulaması diye bir şey yok. Zaten bu cereyanlar, seni sana bırakmıyor. “Sen fikir sahibi olamazsın, ben senin yerine düşünüyorum. Kimleri seveceğine, kimlerden nefret edeceğine ben karar veririm.” diyor. Maalesef gençliğimiz içinde böyle birilerinin emir eri olmuş çok kişi var. Kime neden nefret duyduklarının farkında bile değiller. Çünkü düşünmekten korkuyorlar, daha doğrusu “Düşünürseniz sizi öcüler ham yapar!” denilerek korkutulmuşlar. İnsan şunu düşünebilmeli : “Eğer kendisi gibi düşünmeyene nefretle bakıyorsa, bilsin ki birileri tarafından yönlendirilmektedir!”

Beş parmağın beşi bir değil, demiş dedelerimiz. Ben de diyorum ki o farklı beş parmağı bir araya getirdiğinde yumruk olur, güç olur. Neden farklılıklardan korkulur? Neden başkalarına nefretle bakılır? Nefret etmek mi istiyoruz? Namussuzdan nefret edelim! Hortumculardan, milletin malını çalanlardan nefret edelim! Tüyü bitmedik yetimin hakkını utanmadan yiyenlerden, insanları yürüyen banknotlar olarak görenlerden nefret edelim!

Bir şey hakkında hüküm vermeden önce bir az düşünelim. Karşı tarafı tanıyalım, bilelim.
“Vur, ama önce dinle.” Demişler. Dinlemeden, düşünmeden, insanları kafamızdaki nefret darağacında idam etmeyelim.

İNTERNET KÜTÜPHANESİ

İnternet, bilgiye ulaşmanın en kolay yoludur. Bilgi madeni, bilgi kaynağı olması gereken üniversiteler bu geniş ağ üzerinden vatandaşa istediği bilgiye en kolay şekilde ulaşabilmesi için birtakım imkânlar sağlamalıdır. Türkiye’deki üniversiteler içinde böyle bir güzellik sağlayan üniversite var mı? Ne yazı ki ben böyle bir şey görmedim. Bırakın internet sitesini, bizim üniversitelerin kütüphanelerine gittiğinizde bile bir kitaba ulaşmak için bin türlü sıkıntı çekiyorsunuz. Surat asma yarışmasında birinci olmuş şahısları kütüphane memurları kadrosuna transfer etme âdeti bizim memleketin en bilindik saçmalıklarından biridir ki üniversitelerimiz de buna ayak uydurmuştur.

Üniversitelerimizin internet siteleri personel tanıtmaktan, imtihan tarihlerini bildirtmekten ve harç ücretlerinin ne kadar olduğunu göstermekten başka bir işe yaramıyor. Ne bir makale ne de bir tez vardır bu göstermelik sitelerde. Gerçeği söylemek gerekirse bizim üniversitelerimizin web siteleri üfürükten şeylerle doludur. Bir ilköğretim okulunun veya bir lisenin web sitesinden hiç ama hiç farkları yoktur.
Türkiye’nin anlı şanlı üniversitelerinin anlı şanlı profesörlerine yanlış bilmiyorsam Toronto Üniversitesi’e ait olan www.archive.org sitesinde bir milyondan fazla dijital kitap hiçbir kâr amacı güdülmeden paylaşımı yapılıyor. Tokyo Üniversitesi’ne ait http://www.tufs.ac.jp/english/ sitede de Hakkı Tarık Us’un meydana getirdiği gazete ve dergi arşivi ücretsiz meraklısının hizmetine sunulmuştur. Darısı bizim üniversitelerin başına!

YENİ BİR KEMİRGEN

Geçen yıldan beri öğrenciler arasında tırnak yiyenlerin sayısında bir artış gördüm. Sadece öğrenciler mi? Hayır. Esnaf, memur, polis, şoför, öğretmen, sokaktaki vatandaş... Yani toplumun her kesiminden, her türlü meslek grubundan insanların tırnak yediklerine şahit oluyorum.
Hangi sınıfın dersine girsem, en az on öğrencinin tırnaklarını kemirdiklerini ister istemez görüyorum. Şöyle böyle değil, adam akıllı tırnaklarına abanıyorlar. Kemirdiği tırnağın öbür ucuna ulaşabilmek için boynunu büküyor, sağa sola çeviriyor; çenesini oynatarak kesici dişlerini hedefe ulaştırmaya çalışıyor. Mide bulandırıcı bir sahne.
Maalesef her sınıfta, yukarıda söylediğim gibi en az on öğrenci tırnak yiyor. Kibarca uyardığımda: “Hocam, ben tırnağımı yemiyorum, parmağımdaki et parçalarını kemiriyorum.” diyorlar. İstisnasız bütün uyarılarımda aldığım cevap aynı. Özrü kabahatinden beter sözü tırnak kemirenler için mi söylenmiş ne? O daha kötü.
Tırnak yemenin birtakım sebepleri olduğu söyleniyor, en başta kendine güvensizliğin tırnak yemeye sebep olduğunu yıllardır söylüyorlar. Doğru mu değil mi bilmiyorum. Bildiğim bir şey var ki bu işten en kârlı çıkacak olanlar, bu hastalığa çare aramayan doktorlar olacaktır…

ALMANCILAR

Türkiye’den Almanya’ya gidip orada yerleşen vatandaşlarımıza Almancı denirdi. Yaz aylarında dağ taş, dere tepe Almancı arabalarıyla dolar taşardı. Hemen hemen her sokakta bir Almancı arabası görmek mümkündü. Almancıların silik akrabaları, Berlin’den, Münih’ten, Dortmunt’tan gelen arabanın etrafında tavuklarına hâkimiyet taslayan bir horoz edasıyla dolaşır, hayatlarında Anadol ve Murat 131’den başka araba görmemiş gariban kenar mahalle çocuklarından arabanın hız göstergesine bakmak isteyenlere engel olarak onlara üstünlük kurmanın gururunu yaşarlardı.
Gurbetçi de denilen Almancı aileler, Almanya’dan tatil için Türkiye’ye geldiklerinde bütün herkes, bavulların ağırlığıyla yere yapışmak üzere olan arabalarının etrafında kümelenir, ulaşılması mümkün olmayan hayallerle dolu Almancı valizlerini, çantalarını Almancıların evlerine taşımak için can atarlardı. Çünkü yardımcı olan herkese çikolata, şeker ya da jelibon verirlerdi.
Giydikleri, yedikleri, yaptıkları bizlere çok farklı gelirdi. Arabaları bizler için hayal ötesi bir şeydi. Sokakta, yolda, otobanda hep Almancı arabaları parmakla gösterilirdi. Giydikleri eski elbiseleri eşe dosta: “Bunu bir dene, üstüne uyarsa, senin olsun.” derledi. Tereddütsüz : “Bana uyar bu.” denir ve Almancıların eskileri sırta geçirilerek hava atılırdı. Hele hele cırt cırtlı bir Almancı spor ayakkabısı ayağına uydurmuşsan, senden havalısı yoktu.

Aradan yıllar geçti. Yaz aylarında Türkiye’ye yine binlerce arabalı Almancı geliyor. Eskiden göz kamaştıran Almancı arabaları, göz almaz oldu. Artık gözümüze yorgun görünen Almancı arabaları bizim yollarımızdaki arabalar yanında pek sönük, pek cılız kalıyor. Hiç kimse de: “Almancılar gelse de bavullarını taşısak.” diye yol gözlemiyor, Almancıların eskilerini giymek için de can atmıyor. Çünkü insanımızın üstünde bayramdan kalan değil, daha dün aldığı kıyafetler var. Anlaşılan o ki çok şeyler değişmiş. Değişen ne acaba?

27 Ocak 2011 Perşembe

22 Ocak 2011 Cumartesi

EZBERLENECEK ŞİİRLER

Şiirler uzun şiirler ve kısa şiirler diye iki bölüme ayırlmıştır. Kısa şiirlerden sekiz, uzun şiirlerden de sekiz şiir yani toplamda 16 şiir ezberleyenin sözülü notunun birisi 100 olacaktır. Ezberlenecek şiirler aşağıdadır. Başka şiir kabul edilmeyecektir. Şiirler aşağıdadır.

Kimseye zorla şiir ezberletmiyoruz. Bu kampanya isteyenler içindir.

1-Şiirlerde anlamını bilmediğiniz kelime varsa, sözlüklerden araştırıp öğreneceksiniz.
2-Kelime sorulduğunda anlamı söylemek zorundasınız.


KISA ŞİİRLER

BİR GÜNÜN SONUNDA ARZU

Yorgun gözümün halklarında
Güller gibi fecr oldu nümayan,
Güller gibi...sonsuz, iri güller
Güller ki kamıştan daha nalan;
Gün doğdu yazık arkalarında!

Altın kulelerden yine kuşlar
Tekrarını ömrün eder ilan.
Kuşlar mıdır onlar ki her aksam
Âlemlerimizden sefer eyler?

Akşam, yine akşam, yine akşam
Bir sırma kemerdir suya baksam;
Akşam, yine akşam, yine akşam
Göllerde bu dem bir kamış olsam!
Ahmet Hâşim
MERDİVEN

Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak...

Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...

Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller;
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?

Bu bir lisan-i hafidir ki ruha dolmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...
Ahmet HAŞİM

AKINCI
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik.
Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik.
Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı:İlerle
Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle…
Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan
Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan.
Bir gün dolu dizgin boşanan atlarımızla
Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla…
Cennette bugün gülleri açmış görürüz de
Hâlâ o kızıl hatıra titrer gözümde
Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik,
Bin atlı,o gün dev gibi bir orduyu yendik.

ENDÜLÜSTE RAKS
Zil, şal ve gül.Bu bahçede raksın bütün hızı...
Şevk akşamında Endülüs üç def'a kırmızı...

Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir
İspanya neş'esiyle bu akşam bu zildedir.

Yelpâze çevrilir gibi birden dönüşleri,
İşveyle devriliş, örtünüşleri...

Her rengi istemez ,gözümüz şimdi aldadır;
İspanya dalga dalga bu akşam bu şaldadır
.
Alnında halka halkadır aşüfte kâkülü
Göğsünde yosma Gırnata'nın en güzel gülü..

Altın kadeh her elde, güneş her gönüldedir ;
İspanya varlığıyla bu akşam bu güldedir.

Raks ortasında bir durup oynar, yürür gibi;
Bir baş çevirmesiyle bakar öldürür gibi...

Gül tenli, kor dudaklı,kömür gözlü sürmeli...
Şeytan diyor ki, sarmalı, yüz kere öpmeli...

Gözler kamaştıran şala, meftûn eden güle
Her kalbi dolduran zile, her sineden "Ole!
Yahya Kemal BEYATLI
SESSİZ GEMİ
Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhûle giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyâhatten elemli,
Günlerce siyâh ufka bakar gözleri nemli,

Bîçâre gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicrânlı hayatın ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nâfile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmiyecekler.

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden
Yahya Kemal BEYATLI
Geçmiş Yaz
Rü'ya gibi bir yazdı. Yarattın hevesinle
Her anını, her rengini, her si'rini hazdan.
Hâlâ doludur bahçeler en tali sesinle!
Bir gün, bir uzak hatıra özlersen o yazdan

Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin:
Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde;
Mehtap... iri güller... ve senin en güzel aksin...
Velhasıl o rü'ya duruyor yerli yerinde!
Yahya Kemal Beyatlı

Başka Bir Tepeden
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.


Nice revnaklı şehirler görünür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.
Yahya Kemal Beyatlı

Rindlerin Akşamı
Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç;
Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç.
Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile,
Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle.
Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan
Ve arkasından güneş doğmıyan büyük kapıdan
Geçince başlıyacak bitmeyen sükunlu gece.
Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince,
Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül.
Ya lâle açmalıdır göğsümüzde yahut gül.
Yahya Kemal Beyatlı

KOÇAKLAMA

Mert dayanır namert kaçar
Meydan gümbür gümbürdenir
Şahlar sahi divan acar
Divan gümbür gümbürdenir
Yiğit kendini öğende
Oklar menzilin döğende
Seşber kalkana değende
Kalkan gümbür gümbürdenir
Ok atılır kalesinden
Hak saklasın belasından
Köroğlu'nun narasından
Her yan gümbür gümbürdenir
Köroğlu
ABBAS

Haydi abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber Sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katip tozu dumanı,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.
Cahit Sıtkı TARANCI
ANLATAMIYORUM
Ağlasam sesimi duyar misiniz,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Göz yaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.
ORHAN VELİ KANIK

LAVİNİA
Sana gitme demeyeceğim.
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.
Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,
İncinirsin.
Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme, Lavinia.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme, Lavinia.
ÖZDEMİR ASAF

GURBET
Gurbet o kadar acı
Ki ne varsa içimde
Hepsi bana yabancı,
Hepsi başka biçimde.

Eriyorum gitgide;
Elveda her ümide.
Gurbet benliğimi de
Bitirmiş bir içimde.

Ne arzum, ne emelim...
Yaralanmış bir elim
Ben gurbette değilim,
Gurbet benim içimde.
Kemalettin Kamu

ANLATAMIYORUM
Ağlasam sesimi duyar misiniz,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Göz yaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.

Siperden Mektup
Allah’a duâ et düşman tırpanı
Devlet ağacını yolmasın anne
Dökülsün altında oğlunun kanı
Bayrağın gül rengi solmasın anne.

Köyden biri geldi taburumuza;
Meğer söz kesilmiş muhtarın kıza;
Gece niyet tutup baktım yıldıza;
Artık söyle o iş olmasın anne.

Düşünme boş gelse posta tatarı
Siperden akın var yarın dışarı
Kadere razı ol;uzun yolları
Bekleyen gözlerin dolmasın anne
İbrahim Alaaddin Gövsa
ÇOCUKLUĞUM

Affan Dede'ye para saydım
Sattı bana çocukluğumu
Artık ne adım var ne yaşım
Bilmiyorum kim olduğumu
Hiçbir şey sorulmasın benden
Haberim yok olan bitenden

Bu bahar havası bu bahçe
Havuzda su şırıl şırıldır
Uçurtmam bulutlardan yüce
Zıpzıplarım pırıl pırıldır
Ne güzel dönüyor çemberim
Hiç bitmese horoz şekerim.

Cahit Sıtkı TARANCI

DOST
Bir gece habersiz bize gel,
Merdivenler gıcırdamasın.
Öyle yorgunum ki hiç sorma,
Sen hâlimden anlarsın.
Sabahlara kadar oturup konuşalım,
Kimse duymasın.
Mavi bir gökyüzümüz olsun,kanatlarımız
Dokunarak uçalım.
İnsanlardan buz gibi soğudum,
İşte yalnız sen varsın.
Öyle hâlsizim ki hiç sorma,
Anlarsın…
Cahit KÜLEBİ







SÖYLE SEVDA İÇİNDE TÜRÜKÜMÜZÜ
Söyle sevda içinde türkümüzü,
Aç bembeyaz bir yelken.
Neden herkes güzel olmaz,
Yaşamak bu kadar güzelken?

İnsan; dallarla bulutlarla bir,
Aynı mâvilikten geçmiştir.
İnsan nasıl ölebilir,
Yaşamak bu kadar güzelken.
Fâzıl Hüsnü DAĞLARCA



UZUN ŞİİRLER

OTUZ BEŞ YAŞ ŞİİRİ

Yaş otuz beş yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz?
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hâtırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir,
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.


Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı, nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?

Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misâli o musalla taşında.
CAHİT SITKI TARANCI

FAHRİYE ABLA

Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar,
Kapanırdı daha gün batmadan kapılar.
Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden,
Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen!
Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen
Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla
Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye Abla!

Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi,
Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi;
Güneşin batmasına yakın saatlerde
Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede.
Yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede;
Bahçende akasyalar açardı baharla.
Ne şirin komşumuzdun sen, Fahriye Abla!

Önce upuzun, sonra kesik saçın vardı;
Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı.
İçini gıcıklardı bütün erkeklerin
Altın bileziklerle dolu bileklerin.
Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin;
Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla.
Ne çapkın komşumuzdun sen, Fahriye Abla!

Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,
En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.
Bilmem simdi hâlâ bu ilk kocanda misin,
Hâlâ dağları karlı Erzincan’da mısın?
Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;
Hâtırada kalan şey değişmez zamanla,
Ne vefalı komşumuzdun sen, Fahriye Abla!
Ahmet Muhip Dranas

DOSTLAR BENİ HATIRLASIN

Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın
Düğün olur bayram gelir
Dostlar beni hatırlasın

Can kafeste durmaz uçar
Dünya bir han konan göçer
Ay dolanır yıllar geçer
Dostlar beni hatırlasın

Can bedenden ayrılacak
Tütmez baca yanmaz ocak
Selam olsun kucak kucak
Dostlar beni hatırlasın

Ne gelsemdi ne giderdim
Günden güne arttı derdim
Garip kalır yerim yurdum
Dostlar beni hatırlasın

Açar solar türlü çiçek
Kimler gülmüş kim gülecek
Murad yalan ölüm gerçek
Dostlar beni hatırlasın

Gün ikindi akşam olur
Gör ki başa neler gelir
Veysel gider adı kalır
Dostlar beni hatırlasın
Âşık Veysel
ÇOBAN ÇEŞMESİ
Derinden derine ırmaklar ağlar,
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,
Ey suyun sesinden anlayan bağlar,
Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi.
"Gönlünü şirinin aşkı sarınca
Yol almış hayatın ufuklarınca,
O hızla dağları Ferhat yarınca
Başlamış akmağa çoban çeşmesi..."
O zaman başından aşkındı derdi,
Mermeri oyardı, taşı delerdi.
Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi.
Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi.
Vefasız Aslıya yol gösteren bu,
Keremin sazına cevap veren bu,
Kuruyan gözlere yaş gönderen bu...
Sızmadı toprağa çoban çeşmesi.
Leylâ gelin oldu, Mecnun mezarda,
Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,
Ateşten kızaran bir gül ararda,
Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi,
Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar,
Tarihe karıştı eski sevdalar.
Beyhude seslenir, beyhude çağlar,
Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi...
Faruk Nafiz Çamlıbel

İSTANBUL'U DİNLİYORUM
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Basımda eski alemlerin sarhoşluğu
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Bir şey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı;
İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kus çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak mi, değil mi, biliyorum;
Dudakların ıslak mi, değil mi, biliyorum;
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vurusundan anlıyorum;
İstanbul’u dinliyorum.
Orhan Veli Kanık

MEHLİKA SULTAN

Mehlika Sultan'a aşık yedi genç
Gece şehrin kapısından çıktı:
Mehlika Sultan'a aşık yedi genç
Kara sevdalı birer aşıktı.
Bir hayalet gibi dünya güzeli
Girdiğinden beri rüyalarına;
Hepsi meşhur, o muamma güzeli
Gittiler görmeye Kaf dağlarına.
Hepsi, sırtında aba, günlerce
Gittiler içleri hicranla dolu;
Her günün ufkunu sardıkça gece
Dediler: ''Belki bu son akşamdır''

Bu emel gurbetinin yoktur ucu;
Daima yollar uzar, kalp üzülür:
Ömrü oldukça yürür her yolcu,
Varmadan menzile bir yerde ölür.

Mehlika'nın kara sevdalıları
Vardılar çıkrığı yok bir kuyuya,
Mehlika'nın kara sevdalıları
Baktılar korkulu gözlerle suya.
Gördüler: ''Aynada bir gizli cihan..
Ufku çepçevre ölüm servileri...''
Sandılar doğdu içinden bir an
O, uzun gözlü, uzun saçlı peri.
Bu hazin yolcuların en küçüğü
Bir zaman baktı o viran kuyuya.
Ve neden sonra gümüş bir yüzüğü
Parmağından sıyırıp attı suya.
Su çekilmiş gibi rüya oldu!..
Erdiler yolculuğun son demine;
Bir hayal alemi peyda oldu
Göçtüler hep o hayal alemine.
Mehlika Sultan'a aşık yedi genç
Seneler geçti, henüz gelmediler;
Mehlika Sultan'a aşık yedi genç
Oradan gelmeyecekmiş dediler!..
Yahya Kemal Beyatlı
Milyon Kere Ayten
Ben bir ayten tutturmuşum
Oh ne iyi
Aytenli içkiler içip sarhoş oluyorum
Ne güzel
Hoşuma gitmiyorsa rengi denizlerin
Biraz ayten sürüyorum
Güzelleşiyor.
Şarkılar söylüyorum
Şiirler yazıyorum,ayten üzerine
Saatim her zaman ya ayten’e beş var
Ya ayten’i beş geçiyor
Ne yana baksam gördüğüm o
Gözümü yumsam aklımdan ayten geçiyor
Bana sorarsanız mevsimlerden ayten’deyiz.
Günlerden aytentesi
Odur gün gün beni yaşatan
Onun kokusu sarmıştır sokakları
Onun gözleridir şafakta gördüğüm
Akşam kızıllığında onun dudakları
Başka kadını övmeyin yanımda gücenirim
Ayten’i övecekseniz
Ne ala oturabilirsiniz
Bir kadehte sizinle içeriz ayten’i
İki laf ederiz.
Onu siz de seversiniz benim gibi
Ama yağma yok
Ayten’i size bırakmam
Alın,tek kat elbisemi size vereyim
Cebimde bir on liram var
Onu da alın gerekirse

Ben ayten’i düşünürüm üşümem
Üç kere adını tekrarlarım karnım doyar
Parasızlık da bir şey mi?
Ölüm bile kötü değil
Aytensizlik kadar !

Ona uğramayan gemiler batsın
Ondan geçmeyen trenler devrilsin
Onu sevmeyen yürek taş kesilsin
Kapansın onu görmeyen gözler
Onu övmeyen diller kurusun
İki kere iki dört elde var ayten
Bundan böyle dünyada
Aşkın adı AYTEN olsun.
Ümit Yaşar Oğuzcan
Kışlada Bahar
Kara gözlüm efkârlanma,gül gayrı!
İbibikler öter ötmez ordayım.
Mektubunda diyorsun ki gel gayrı!
Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım.

Ah çekerim resmine her bakışta.
Bir mahzunluk var o boyun büküşte.
Emin ol her sigara yakışta,
Sanki duman tüter tütmez ordayım.

Mor dağlara karargâhlar kurulur,
Eteğinde bölük bölük durulur,
On dakika istirahat verilir,
Tüfekleri çatar çatmaz ordayım...

Dağlar,taşlar bu hasretlik derdinde;
Sabır sebat etmez gönül yurdunda.
Akşam olur tepelerin ardında ,
Daha güneş batar batmaz ordayım...

Aramıza dağlar girmiş koskoca;
Meraklanma ,gönlüm dağlardan yüce!
Bir gün değil,beş gün değil,her gece
Yatağıma yatar yatmaz ordayım...

Bahar geldi;koyun,kuzu koklaştı.
İki âşık dört senedir bekleşti.
Kara gözlüm,düğün dernek yaklaştı.
Vatan borcu biter bitmez ordayım!

Bekir Sıtkı ERDOĞAN




ELİF ELİF DİYE
İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif Elif diye
Deli gönül abdal olmuş
Gezer Elif Elif diye

Elif’in uğru nakışlı
Yavru balaban bakışlı
Yayla çiçeği kokuşlu
Kokar Elif Elif diye

Elif kaşlarını çatar
Gamzesi sineme batar
Ak elleri kalem tutar
Yazar Elif Elif diye

Evlerinin önü çardak
Elif’in elinde bardak
Sanki yeşil başlı ördek
Yüzer Elif Elif diye

Karac’oğlan eğmelerin
Gönül vermez değmelerin
İliklemiş düğmelerin
Çözer Elif Elif diye KARACAOĞLAN

MİHRİBAN
Sarı saclarına deli gönlümü
Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme olumu
Görmeyince sezilmiyor Mihriban

Yar, deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor
Lambamda titreyen alev üşüyor
Aşk, kağıda yazılmıyor Mihriban

Önce naz, sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler, asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban

Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk deyince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban

Boşa bağlanmamış bülbül, gülüne
Kar koysan koz olur askın külüne
Şaştım kara bahtım tahammülüne
Tasa çalsam ezilmiyor Mihriban

Tarife sığmıyor askın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi, gamı
Bir kor düğüm bastan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor Mihriban.
Abdurrahim Karakoç


BİN BİRİNCİ GECE
Gurbetten gelmişim, yorgunum hancı;
Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş.
Aman karanlığı görmesin gözüm,
Beyaz perdeleri ser yavaş yavaş.

Sıla burcu burcu ,ille ocağım…
Çoluk çocuk hasretinde kucağım…
Sana her şeyimi anlatacağım,
Otur baş ucuma ,sor yavaş yavaş.

Güç bela bir bilet aldım gişeden,
Yolculuk başladı Haydarpaşa’dan,
Hancı, n’olur elindeki şişeden
Birkaç yudum daha ver yavaş yavaş.

Ben o gece hem ağladım hem içtim,
İki gün diyardan diyara uçtum,
Kayseri yolundan Niğde’yi geçtim,
Uzaktan göründü Bor yavaş yavaş.

Garibim, her taraf bana yabancı,
Dertliyim çekinme doldur be hancı!
İlk önce kımıldar hafif bir sancı,
Ayrılık sonradan kor yavaş yavaş.

Bende bir resmi var,yarısı yırtık;
On yıldır evimin kapısı örtük;
Garip bir de sarhoş oldu mu artık
Bütün sırlarını der yavaş yavaş.

İşte hancı ben her zaman böyleyim,
Öteyi ne sen sor ne ben söyleyim,
Kaldır artık boş kadehi neyleyim,
Şu bizim hesabı gör yavaş yavaş.
Bekir Sıtkı ERDOĞAN


TOPRAK
Dost dost diye nicesine sarıldım;
Benim sâdık yârim, kara topraktır.
Beyhûde dolandım, boşa yoruldum,
Benim sâdık yârim, kara topraktır.
Nice güzellere bağlandım kaldım,
Ne bir vefâ gördüm, ne fayda buldum,
Her türlü isteğim topraktan aldım,
Benim sâdık yârim, kara topraktır.
Koyun verdi, kuzu verdi ,süt verdi,
Yemek verdi; ekmek verdi; et verdi;
Kazma ile dövmeyince kıt verdi;
Benim sâdık yârim, kara topraktır.
Âdem’dem bu deme neslim getirdi;
Bana türlü türlü meyva yedirdi,
Her gün beni tepesinde götürdü;
Benim sâdık yârim ,kara topraktır.
Karnın yardım kazma ile bel ile,
Yüzün yırttım tırnak ile el ile,
Yine beni karşıladı gül ile;
Benim sâdık yârim ,kara topraktır.
İşkence yaptıkça bana gülerdi;
Bunda yalan yoktur ,herkes de gördü;
Bir çekirdek verdim,dört bostan verdi;
Benim sâdık yârim ,kara topraktır.
Havaya bakarsam,hava alırım;
Toprağa bakarsam,duâ alırım;
Topraktan ayrılsam,nerde kalırım?
Benim sâdık yârim ,kara topraktır.
Dileğin var ise iste Allah’tan;
Almak için uzak gitme topraktan;
Cömertlik toprağa verilmiş Hak’tan
Benim sâdık yârim ,kara topraktır.
Hakîkât ararsan ,açık bir nokta;
Allah kula yakın,kul da Allâh’a;
Hakk’ın gizli hazinesi toprakta.
Benim sâdık yârim ,kara topraktır.
Bütün kusûrumu toprak gizliyor;
Merhem çalıp yaralarım düzlüyor;
Kolun açmış yollarımı gözlüyor;
Benim sâdık yârim ,kara topraktır.
Her kim ki olursa bu sırra mazhar;
Dünyaya bırakır ölmez bir eser,
Gün gelir Veysel’i bağrına basar.
Benim sâdık yârim ,kara topraktır.
Aşık Veysel

Koşma
Vardım ki yurdumdan ayak göçürmüş;
Yavru gitmiş,ıssız kalmış otağı.
Camlar şikest olmuş,meyler dökülmüş;
Sâkîler meclisten çekmiş ayağı.
Hangi dağa bulsam ben o merâli,
Hangi yerde sorsam çeşm-i gazali,
Avcılardan kaçmış ceylan misâli
Gezmiş dağdan dağı ,yoktur durağı.
Lâleyi ,sümbülü,gülü hâr almış,
Zevk ü şevk ehlini âh ü zâr almış,
Süleyman tahtını sanki mâr almış;
Gama tebdil olmuş ülfetin çağı.
Zihni dehr elinden her dem kan ağlar;
Vardım ki bağ ağlar,bağban ağlar;
Sümbüller perişan,güller kan ağlar
Şeyda bülbül terk edeli bu bağı.
Zihni

12 Ocak 2011 Çarşamba

ÖĞRENCİ MANİLERİ

2008-2009 Eğitim-Öğretim yılında mezun olan 12 Mat A ile 12 Fen C sınıflarındaki bazı öğrencilere yazdığım maniler. Maalesef diğer manilerim kayıp. Nereye yazdığımı bilmiyorum.
Şu açıklamayı da yapayım. Bu manileri öğrencilerimizin gömleklerine yazmıştım. İsteyenlere yazmıştım. Ekseriyetle daha sonra bu manileri gören öğrenciler sitemle :"Hocam, bana niye yazmadınız?" sorusunu yöneltiyorlar. Dediğim gibi gömleğini verip benden bir şeyler yazmamı isteyenler için mani yazdım. Yazdıklarımdan bazılarını maalesef kaybetmişim, kaydedememişim...Bunun için de üzgünüm.


Her an doğruyu söyler
Çalışmayı pek sever
Allah her an güldürsün
Seni Gamze Karaer 11.05.2009

Sessiz sakin her zaman
Güzelliği pek yaman
Terbiyeli görgülü
O Dilara Neyaman 11.05.2009

Pek asil pek soyludur
İnce uzun boyludur
Bizim Tuğba Dertkesen
Güzeli iyi huyludur 11.05.2009

O solmayan bir güldür
Rabbim onu hep güldür
Yüzü inciden beyaz
Güzel insan Betül'dür 11.05.2009

Pek fazladır hürmetin
Var kalbimde kıymetin
Terbiyeli edepli
Çalışkan Pınar Metin 11.05.2009

Düşüncesi derindir.
Kalpler senin yerindir
İnsanlık âbidesi
Terbiyeli Berrin'dir. 11.05.2009

Bakışları denizdir
İyiliklerden izdir
Güzel ahlaklı Meltem
Temiz kızı temizdir 11.05.2009

Sınıfta Melek gibi
İyi olmak sebebi
Hanım hanımcık bir kız
Sena Gözde Çelebi 11.05.2009

Onda hasetlik yoktur
İnsanlık desen çoktur
Onu herzaman sevdim
İsmet'in gözü toktur 11.05.2009

Hep arkada oturur
Sessiz sakince durur
Güzel insan Gökay'dan
İyilikler sorulur 11.05.2009

Bu hayat hızlı gemi
Çok kederi elemi
Tanıdım mutlu oldum
Gülden güzel Çiğdem'i 11.05.2009

Davutpaşalı adın
Meşhur oldun yaşadın
Oynadı tüm Türkiye
Davuluyla Cihat'ın 11.05.2009

Renklendirir toprağı
Gül değil gül yaprağı
Terbiyeyle edeple
Bildim Elif Budağı 11.05.2009

En güzel renktir gözü
Su gibi tatlı sözü
Ey Rabb'im Sacide'nin
Her zaman gülsün yüzü 11.05.2009

Saçları sümbül gibi
Konuşur bülbül gibi
Şeyda Kurt'un siması
Kıpkırmızı gül gibi 11.05.2009

Sınıfımız ocaktır
Sevgisi pek sıcaktır
Güzel insanları var
En iyi Ebru Ak'tır 11.05.2009

Tanışırız nicedir
Kaf Dağı'ndan yücedir
Dostum Alper yanında
Ağrı Dağı cücedir 11.05.2009

Bakışında merhamet
Paha biçilmez kıymet
Güzel insan Melisa
Sen hakkını helâl et 11.05.2009

Dostlarıyla hep güldü
Kimi zaman üzüldü
Muhabbeti severdi
Çünkü o Berk Bülbül'dü 11.05.2009

Tanımaz durak murak
Müslüm'ün aklı kurak
Şiirden iyi anlar
Bizim Sandıkçı Burak 11.05.2009