5 Şubat 2011 Cumartesi

ALMANCILAR

Türkiye’den Almanya’ya gidip orada yerleşen vatandaşlarımıza Almancı denirdi. Yaz aylarında dağ taş, dere tepe Almancı arabalarıyla dolar taşardı. Hemen hemen her sokakta bir Almancı arabası görmek mümkündü. Almancıların silik akrabaları, Berlin’den, Münih’ten, Dortmunt’tan gelen arabanın etrafında tavuklarına hâkimiyet taslayan bir horoz edasıyla dolaşır, hayatlarında Anadol ve Murat 131’den başka araba görmemiş gariban kenar mahalle çocuklarından arabanın hız göstergesine bakmak isteyenlere engel olarak onlara üstünlük kurmanın gururunu yaşarlardı.
Gurbetçi de denilen Almancı aileler, Almanya’dan tatil için Türkiye’ye geldiklerinde bütün herkes, bavulların ağırlığıyla yere yapışmak üzere olan arabalarının etrafında kümelenir, ulaşılması mümkün olmayan hayallerle dolu Almancı valizlerini, çantalarını Almancıların evlerine taşımak için can atarlardı. Çünkü yardımcı olan herkese çikolata, şeker ya da jelibon verirlerdi.
Giydikleri, yedikleri, yaptıkları bizlere çok farklı gelirdi. Arabaları bizler için hayal ötesi bir şeydi. Sokakta, yolda, otobanda hep Almancı arabaları parmakla gösterilirdi. Giydikleri eski elbiseleri eşe dosta: “Bunu bir dene, üstüne uyarsa, senin olsun.” derledi. Tereddütsüz : “Bana uyar bu.” denir ve Almancıların eskileri sırta geçirilerek hava atılırdı. Hele hele cırt cırtlı bir Almancı spor ayakkabısı ayağına uydurmuşsan, senden havalısı yoktu.

Aradan yıllar geçti. Yaz aylarında Türkiye’ye yine binlerce arabalı Almancı geliyor. Eskiden göz kamaştıran Almancı arabaları, göz almaz oldu. Artık gözümüze yorgun görünen Almancı arabaları bizim yollarımızdaki arabalar yanında pek sönük, pek cılız kalıyor. Hiç kimse de: “Almancılar gelse de bavullarını taşısak.” diye yol gözlemiyor, Almancıların eskilerini giymek için de can atmıyor. Çünkü insanımızın üstünde bayramdan kalan değil, daha dün aldığı kıyafetler var. Anlaşılan o ki çok şeyler değişmiş. Değişen ne acaba?

Hiç yorum yok: