22 Nisan 2008 Salı

23 NİSAN HATIRASI

Birçok öğrenciye : “ 23 Nisan törenlerinde bir hatıranı anlatıver.” Diye bir teklif götürdüğümde :”Hocam, ben çocuk muyum?” diyerek teklifimizi geri çevirdi…

“23 NİSAN çocuk bayramı, bize ne, demeyelim.” Unutmayalım, hepimiz çocuk olduk. Çoğu zaman o günleri hasretle yâd ederiz. Öyle ki o günleri hatırlamak, hayal etmek bile dünyadaki her şeyden daha kıymetli gelir bizlere… Hey gidi günler deyip ah diye iç geçirmeyenimiz var mı? Hani derler ya : “Ah o eski bayramlar, ah eski Ramazanlar…” Özlenen ne eski bayramlardır ne de eski Ramazanlardır. Özlenen bal gibi çocukluğumuzdur!

Benim çocukluğumun 23 Nisan’ları hep gözü yaşlı gri bulutlar altında geçmiştir. Bunun için okuldaki törenler hep kısa sürerdi. Bizler de televizyondaki şenlikleri kaçırmamak için hemen evimize koşar televizyonun başına kurulurduk.

Rengârenk çocuklar 23 Nisan’ın bayram olduğunu bizlere hissettirmek, şarkılarını söyleyip danslarını sergilemek için dünyanın dört bir tarafından ülkemize geliyorlardı. Müzikleri de dansları da bizimkilerine hiç benzemiyordu, ama bizim için bir renkti hepsi…

23 Nisan 1987 şenliklerinde bizler için büyük bir sürpriz olmuştu. O sene Venezüellalı çocuklar ilk kez katılmıştı programa. Programın sunucusu Halit Kıvanç şöyle takdim etmişti:

“Uzaklardan gelen bir konuk, Güney Amerika’dan Arjantin’i selamlamıştık. Güney Amerika’dan bir konuğumuz daha var. Bir geliyor, ama pir geliyor. Öyle bir geliyor ki, öyle bir sürprizle geliyor ki… Sürpriz dedikten sonra bir şey söylenmez. Ve şenliğimizde ilk kez selamladığımız bu ülke sunulur: Venezüella!

Halit Kıvanç, “Venezüella” diye seslenince birden bildik bir müzik sesi farklı bir şekilde çalınmaya başladı. “Arkadaşım Eşek” şarksının müziğiydi bu. Müziğin ritmine uyumlu bir şekilde salonun sağından, solundan çıkan beyaza çalan, açık mavi elbiseleri ile Venezüellalı kızlar ,sahneye doğru ilerlediler. Koro şeklini alıp “Arkadaşım Eşek’i” söylemeye başladılar. Bütün salon coşmuştu. Alkışlarıyla tempo tutup şarkıya eşlik ediyorlardı. Ekranları başında bizler ise yaşlı gözlerle bu güzelliği seyrederken birden başka bir ses duyuldu. Evet, o sesin sahibi rahmetli Barış Manço!nun kendi idi. O da salona çıkınca tribünler daha da coşmuştu. Hep bir ağızdan “Arkadaşım Eşek” söyleniyordu…Şarkı bitince öyle bir alkış koptu ki anlatılamaz.Herhâlde Venezüellalılar bu kadar coşkuyla karşılanacaklarını tahmin bile edemezlerdi….

“Arkadaşım Eşek” rahmetli Barış Manço’nun çocuklar için yapmış olduğu bir şarkıydı. Biz de Arkadaşım Eşek’i çok seviyorduk. Bir başka ağızdan, ta dünyanın öbür ucundan gelen çocukların ağzından aşina bir sesi duymak ister istemez bizleri duygulandırmış, bizlere unutulmaz bir 23 Nisan yaşatmıştı. Hey gidi günler, hey!



NOT:23 NİSAN 2008 töreni için hazırladığım konuma metnidir.Okulun bahçesinde son konuşmacı olarak bu metni okudum.Metnin peşinden de Arkadşım Eşek şarkısını BARIŞ MANÇO'ya eşlik ederek söyledik...

9 Nisan 2008 Çarşamba

KAPKAÇ

Bir zamanlar gazetelerde ve haber bültenlerinde sıkça duyduğumuz bir kelime vardı: Kapkaç. Şükürler olsun ki son zamanlarda kapkaçla ilgili pek fazla haber olmuyor. İnsanlarımızın canını yakan böyle olayların haberinin yapılmaması, kapkaç vakalarının azaldığını gösterir. Bu durum, yeni çıkan kanunların mı yoksa emniyetin mi başarısıdır, bilemiyorum.

Sokakta gördüğümüz herhangi bir insana : “Kapkaç nedir?” diye sorsak “Bir kimsenin haberi olmadan, taşınabilir eşya ve ziynetin bir veya birkaç kişi tarafından aniden kapıp kaçırılmasıdır.”diye tarif edilecektir ya da bu tanımlamaya yakın bir ifade kullanılacaktır.

Kapkaç kelimesini ilk defa 1980’li yılların başlarında duymuştum. Mahallemizden bir “abi”nin arkadaşlarıyla karıştığı bir kapkaç vakasının gazetelere çıkması bu “kapkaç ve kapkaççı ” kelimesini ilk defa duymama sebep olmuştur. Bütün mahallelinin elinde bu olayın anlatıldığı gazetenin sayfası geziyordu. “Falan arkadaşlarıyla “kapkaç” yapmış .” deyip ahlanıp vahlanarak gazetedeki resmi birbirlerine gösteriyorlardı. İşte o günden beri bu kelimeyi bilirim.

Bir zamanlar dolmuşlara “kaptıkaçtı” denirmiş.. Ben onun zamanına yetişemedim. Bu kelimeyi de ilk defa ilkokul öğretmenimden duymuştum. Eskiden dolmuşlar, duraklardan yolcuları hızlı bir şekilde alıp gittikleri için halk tarafından kaptıkaçtı diye anılırlarmış. Bu kelime de kapkaçın meşrulaştırılmış şekli olsa gerek.

Dil bilgisi derslerinde birleşik isimler konusunda, iki fiilin birleşmesiyle meydana gelmiş birleşik isimlere örnek olarak “kapkaç, ,kaptıkaçtı, çekyat” gibi kelimeleri örnek olarak verirdik, vermeye de devam ediyoruz. Bu kelimeleri, dilimize halkın kazandırdığı yeni kelimeler olarak bilir ve öyle zannederdim. Hatta öğrencilerime bu kelimelerin dilimizin yeni kelimelerinden olabileceğini söylerdim. Çekyatı ve kaptıkaçtıyı bilmem, ama “kapkaç” kelimesinin pek yeni bir kelime olmadığını hayatı hakkında bilgimin olmadığı “Servet” isimli bir Dîvan şairinin bir beytini okuyunca anladım.

Gelir ya aklımı ya fikrimi eder târâç

Hayâl-i yâr gibi ben de görmedim kapkaç “Servet”

“Sevgilimin hayâli gibi bir kapkaç(çı) görmedim; o(nun hayâli) gelir aklımı ve fikrimi çalar.”

Açıkçası çok şaşırdım. Bu kelimenin o dönemde var olmasına inanamadım. Kapkaç kelimesiyle ilgili araştırmaya başladım ve ne demek olduğunu büyük bir şaşkınlıkla öğrendim.”Ahmet Talat Onay’ın Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar” isimli kitabında bu kelimenin ne anlama geldiğini öğrendim.

Yeniçeri ocağının kapatılmasından sonra orduda asker ihtiyacı hat safhaya ulaşmış,askeri kadrolardaki boşluğu doldurmak için gönüllü askerlik uygulaması başlatılmıştır. Gönüllüler yetmeyince asker toplamakla görevli memurlar, gittikleri köy ve kasabalarda ele geçirdikleri gençleri rızalarını almadan askeriyeye sevk ederlermiş. İşte bu memurlara “kapkaç” denirmiş.O zamandan beri kapkaç kelimesini kullanıyoruz demek ki...

Rahmetli hocam Cevdet Dadaş Bey, mekânı cennet olsun, bana :”Ömerciğim, bilmediğin kelime için bir kere, bildiğin kelime için iki kere sözlüğe bakmalısın.” derdi. Demek ki bildiğimizi zannettiğimiz kelimelerin bilmediğimiz mânâları da olabiliyormuş.

8 Nisan 2008 Salı

Altı Çizilmiş Sözler

Kitap okurken hoşuma giden cümlelerin altını çizer ve bir başka yere yazarım.İşte onlardan bazıları:



Sadi Şirâzî'nin "Gülistan" (MEB 1992)


Başkalarının ayıbını senin yanında sayıp döken;senin ayıbını da mutlaka başkalarına söyleyecektir.

Kendini bir işe mahkum et ki, kimsenin önünde el açmayasın.

Câhil savaş davulunu andırır;sesi yüksektir ,içi boş.

İnsanların gizli ayıplarını ortaya atma;onları maskara ,kendini güvensiz edersiniz.

Kötülerle konuşan ,iyilik görmez.

Senden üstün biri söze başlarsa daha iyi bilsen de söze karışma.

Câhil için susmaktan iyisi yoktur;eğer bunu bilseydi câhil olmazdı.

Kendini beğenmiş kişiye öğüt verenin, kendisi bir öğütçüye muhtaçtır.

Duvarın önünde bir şey söylerken dikkat et,duvarın ardında bir kulak bulunmasın.

Tam mânâsıyla doğru bilmediğin bir sözü söyleme.

Dinlemeyeceklerini bilsen dahi,öğüt olarak ne biliyorsan söyle.

Sen üzerine düşen şeyi söylersin ;kabul etmiyorlarsa sana ne!

Yarının gamını bugünden çekmek doğru değildir.

Dalgıç, timsahın ağzını düşünürse,kıymetli inciye hiç kavuşamaz.

Seni zengin etmeyen Tanrı sana lâyık senden iyi bilir.

Âcizin eline kudret geçince,tutar âcizin kolunu büker.

Duvara yazılmış olsa bile kişi bir öğüdü kulağında tutmalı.

Bir iş ben karışmadan da olurken onun üzerinde konuşmam doğru olmaz.

Her an sana lütufkâr olan bir kişi bu uzun zamanda bir defa sitem ettiyse onu hoş gör.

Biri senden korktu mu sen de ondan kork;yılan ,başının ezilmesinden korktuğu için yoldan geçenin ayağını sokar.

Uykusu uyanıklığından hayırlı olan kimse varsın ölsün.

Girmeden önce çıkmayı düşün.

Vezir,pâdişahtan korktuğu kadar Allah'tan korksaydı melek olurdu... s.67

Akıl sahipleri büyüklerin adını hakaretle anan kimseye büyük demez. s.78

Geçmişlerin adını iyilikle yaşat ki,gelecekte senin de adın hayırla yadedilsin.s78

Yazılan kadar gelip çatınca şahlık,kölelik fark etmiyor.Bir kimse ölünün toprağını açsa zengin mi,fakir mi ayırt edemez...s.66




Feridüddin Attar'ın Mahzen-i Esrâr,Mantuk-at-Tayr ve Pend-nâme isimli üç eserinden altı çizili satırları.

-İnsaf ve merhamet sâhibi olmak bütün ömrü nü rükûda, secdede geçirmenden iyidir.

Balık sudan çıkarıldı da ovaya atıldı mı belki denize kavuşurum diye çırpınır durur.
-Ne görürsen sensin.

-Cihana pâdişah olsan,gene bilgiye muhtaçsın.

-Halkın baş eğmesi,korkup çekinmektendir;korkup çekinmek olmasaydı doğru bile eğri olur giderdi.

-Olmayacak bir şey duydun mu, onu açıkça görmedikçe inanma.
-Kendi noksanını bir görsen,köpeği bile kendinden çok daha ilerde,çok daha üstün görürsün.
-Sevgiliye âit sırrı, ancak hâlin söylemeli.

-Ölüme karşı;üstün ,ileri yâhut aşağılık kimse yoktur.

-Dünya baştan başa derttir elemdir.

-Fikir mahsûlü olmayan sözler,ne yazılmaya ne de söylenmeye lâyıktır.

-Hayvan gibi yalnız yemek ile,uyku ile kalma.

-Bir insanın Şirin gibi sevgilisi olursa her yer ona mesîre olur.

-Dünya azgın bir küheylan gibidir,hesapta ondan tekme yemek de vardır.

-Kimse ile uyuşamayan bir insana güvenmek doğru değildir.

-Kazâ gelince fezâ daralır.

-İşler, top gibi düşe kalka yola girer ve her düşen sonunda tekrar kalkar.Hiçbir tohum, bozulup kokmadıkça bitmeyeceği gibi hiçbir iş de düğümlenmedikçe çözülmez.Geç hâsıl olan murat iyidir.

-Çok koşturan at çabuk yolda kalır.

-İyi bir insanın ayıbına göz yumuver ve kötü gözden iyi bakış bekleme.

-Kusur arayıcı göz,hüneri ayıp görür.

-Aynaya şu üstünlük yeter:herkesin ayıbını görür de, kimsenin önünde o ayıbı söylemez.

-Sabır ile aşk asla bir araya gelmez;esâsen sabrı olan kimse âşık olamaz.

-Sözü hesaplı söylemek îcâp eder;onu evvelâ altın gibi tartmalı,sonra harcamalı.

-Eğer önüne yüz koyun da gelse,kurt yine sürünün içinden fakire adak olanı alır götürür.

-Gece ile gündüz çok azgın iki ata benzer.

Sigara Manileri

Yüzü,gözü kapkapara
Kalbinde açar yara
Dünyada en plislik şey
Sigaradır,sigara...


Sözlerim keskincedir;
Bunlar bir düşüncedir;
Sigaranın dumanı
Bizlere işkencedir...

Ağzı istir,yüzü is...
Gözler görmez duman,sis...
Sigara içenlerin
Nefesi pis,kendi pis...

Askerlik Manileri

Yatağımı düzledim,
Mektup yolu gözledim,
Doğrusunu diyeyim
Hepinizi özledim.

Tüfeğimi çatarım,
Güneş olup batarım,
Geçmek bilmiyor günler
Derdime dert katarım.

Çatalkaya dağında,
Duman olur bağında
Askerliğe gelmişsin
Delikanlı çağında.

Askere "yat" dediler.
Uyku azalt dediler
Güneş doğsun doğmasın
"Koğuş boşalt!" dediler.


Gece bakarım aya,
Gidiyor kaya kaya
Dostlar bir çâre bulun
Bitmeyen içtimâya. (İçtima,toplanma anlamına gelen bu kelime askerlikte sayım ,yoklama anlamına gelir.Bizim askerliğimizin en büyük sıkıntısı bu içtimalardı.Bitmek bilmeyen uzun uzun içtimalar bizi canımızdan bezdirirdi.Akşam yedide başlayıp gece 24.30'da biten içtimalar bilirim ki bizi perişan ederdi.)

Çömezler önde dursun;
Çöksün rahat otursun,
Neden diye sorarsan,
Kardeş henüz torunsun. (İçtimalarda alt tertipleri ön sırada çökertirlerdi.Üst tertipler ise arka tarafta ayakta durulardı.Ayakta duran askerlerin yüzlerindeki gururu 100 kilometreden görmek mümkündür...)

Bölük önü düz olur;
Bir yaz geçer güz olur;
Seni ıslatırlarsa,
Anla şafak yüz olur. (Yüzü bozmak ,bir başka deyimdir.Şafak sayan askerin 100.şafağı bittiği akşam ıslatılması gerekir.Ellerine sıvı ne geçerse o kişiyi ıslatırlardı.Bazen bu ıslatma merasimleri öyle abartılırdı ki .Kovaya idrarlarını yapıp yüzü bozanın üstüne dökmeye çalışırlardı.Bunu fark eden asker kaçmaya çalışsa da kurtulamazdı.)


Tam teçhizat koşarım,
Yokuşlardan aşarım,
Sekiz kilo vermişim,
Ben bu işe şaşarım. (Tam teçhizat koşmak,bir başka deyim.Kafada miğfer,sırtta çanta,elde tüfek olacak şekilde koşturuluyorsun.Kaç kilometre olduğunu unuttum.Hatırlamak bile istemiyorum.Perişan olmuştum...

Girdim nizâmiyeden;
Hesapsız gelen giden;
Ben dünyamı kaybettim;
Ağlarım hep gizliden...

Yemek yiyip şişerim;
Eğitimde pişerim;
Ben üst tertip olunca
Mıntıkadan düşerim... (Mıntıka temizliğini acemi askerlere yaptırırlar.Biz de acemiyken dedelerimiz bize mıntıka temizliği yaptırırdı.Ancak bazı askerler : "Abi,siz bırakın,biz yaparız." diyorlardı.Ama ben yine de mıntıka temizliği yapardım.Anca beraber,kanca beraber.)

Bölük dizi dizidir.
Her yer postal izidir.
Asker tam siper yatmıŞ;
Gölgede arazidir... (Arazi olmak ,asker deyimlerinden birisidir.İşten kaçmak,kaytarmak anlamına gelir.Arazi olmayı beceren çok kişi gördüm...Kıdemli Arazi Binbaşı)



Çatalkaya dağınız!
Narlıdere bağınız!
Konuşmayın askerler!!!
İstikâmet sağınız!!! (İstikamet vermek,askerlik deyimlerindendir.Bir tür cezadır. Komutan ,hoşuna gitmeyen bir durum olduğunda bölüğe ya da tabura istikamet verir:"İstikâmet sağınız,marş ,marş!"diye bağırınca ne kadar asker varsa o yöne doğru koşar. "Yat!" diye bir komut geldiğinde herkes yatar.Daha sonra başka yönlere bu devam eder.İşte buna istikamet denir.)


Yandım Allah yaz gelir!
Bir değil bin kız gelir;
Çırılçıplak gezerler
Bir gün çarşı az gelir! (Askerlerin en büyük zevki çarşıdır.Bu sözler böyle düşünenlerin ağzından yazılmıştır.Kötü kötü yerlere giden çok asker bilirim.Evli olduğu hâlde ...Neyse...

Koğuşta yata yata;
Şafağım bata bata;
Teskereye gidecem(asker ağzı)
Göbekler ata ata...

Selam söyle güneşe.
Sağlık en büyük neşe.
Asker gitmek istiyor
Hasta olup kırk beşe... (Kırk beşe gitmek,askerlik deyimlerinden birisidir.En uzun istirahat kırk beş gündür.Bunun için kırk beş günlük istirahat almak hayâllerde hep birinci sırayı almıştır.Bizim tertip Mehmet Gül, kırk beşe gidince herkesin ağzı açıkta kalmıştı...Kolum kırılsa da kırk beşe gitsem diyen çok kişi bilirim.)



Çivi çiviyi söker...
Gözünü yere diker.
Bir mânâ veremedim;
Asker askeri (asker deyimi) (Askerlikte askere en büyük sıkıntıyı askerlerin kendileri verir.)

Düne kadar hürdüler...
Her an keyif sürdüler.
Acemi askerlerin
Defterini dürdüler...

Önce seyi soyarlar,
Kalbe acı koyarlar,
Üst tertipler adamın
Ciğerini oyarlar... (Tertipçilik,askerlikte bir uygulama.Önce gelen her türlü haka sahiptir.Alt tertipler onların her dediğini yapmaya mecburdur.Bu sisteme karşı gelindiğinde çok kanlı kavgalar olur ki ne meydan muharebeleri görmüşümdür.Çoğu zaman bu kavgalar yüzünden uykularımız kaçmıştır.)

Tertibinin dostudur,
Toruna kan kusturur,
"Alo beyler!" deyince
Askerleri susturur...

Hayatım serap oldu.
Yüreğim harap oldu.
Şu dedeler bizlere
Her an ızdırap oldu....

Soğuk yemek yiyorlar.
Helaya ediyorlar.
Aslanların hepsine
K(ı)ral tertip diyorlar.

Türkiye'nin gururu,
Muhabere Taburu,
Allah deyip haykırsak
Korkar Yunan gâvuru...


Toruna bak toruna.
Cevap verdim soruna
Şafağım doğan güneş
Hiç gitmesin zoruna... (Zoruna gitmek,deyimi askerlik boyunca en çok duyduğum sözlerden birisidir.Şafağı az olan kişiler bunu göğsünü gere gere söyler ve "Zoruna gitmesin" diye sözünü tamamlar.Hatta bazı akşam içtimalarında "plakaya düşen" askerleri omuzlarda taşırlar.Plakaya düşen asker şafağını yüksek sesle haykırır "Zoruna gidenin ............ .... yım!" diyerek havasını basar.)



Kötü huyları ölü,

"Ege Ordu" bülbülü

Şeker dostum Bilici

Fikri'min ince gülü. (Fikri Bilici Dede)

Gediz'in pideleri,

Şişirdik mideleri

Temmuz iki bin iki

Gönderdik dedeleri.

Türkiye'nin gururu

Muhabere Taburu

Allah diye haykırsa

Korkar Yunan gâvuru...

Günler geçti saya saya

Selam olsun Malatya'ya

Deli dolu bir dedem var

Uğurlar olsun Alpay'a (Alpay,Dedelerimizden)

Erciyes'tir Kayseri,

Hazır kıta askeri,

Dedem Cem Polat girer

Gönüllerden içeri. (Cem Polat,DEDE)

Bu asker duruşudur!

Bu silah tutuşudur!

Bizim Tokatlı Coşkun

Eğitim çavuşudur! (Sağlık lisesi mezunu Coşkun Dede,eğitim çavuşumuzdu.)

Bu dünya fânî dede,

Gidişin âni dede,

Önder Küçük dedeye

Deriz Nûrânî Dede! (Önder Küçük,dedelerimizdendi.Bizim tertip Kuyumcu Mehmet Gül bu ismi vermişti kendilerine.)

Gece gündüz an beni,

Üzer kötü zan beni

Güler yüzle karşılar

Halil Akdoğan beni. (Kışladan içeri adım attığımda beni karşılayan dedemiz Halil Akdoğan.Eğitim çavuşlarımızdan birisiydi...)

Beyaz saç ona uyar

Ona derler ihtiyar

Ahmet abimiz olsun

Ömür boyu bahtiyar. (İhtiyar Dede Ahmet Abi.Bursa'dan gelmiş bir abimizdi.Saçları ağardığı için

kendisne "İhtiyar Dede" derdik...)

Hayatım serap oldu.

Yüreğim harap oldu

Şu dedeler bizlere

Her an "IZDIRAP" oldu. (Eğitim çavuşları bize bir şeyler öğretirken ister istemez bizlere çektirmişlerdi.Izdırap olmak askeri bir deyimdir.Aşırı sıkıntı çektirmek anlamında kullanılır.)

Bire bir tertip Ferdi

Muhabbeti severdi

Kızlar onun aşkından

Öldü öldü geberdi.( Uzun dönem askerlik yapan 81'e 1 tertip askerlerden Karslı bir çocuktu.)

Dişleri inci inci

Ne düşmandır ne kinci

Benim Murat Çavuşum

Atışlarda birinci (Mersinli Murat Çavuş ,Eğitim Çavuşu dedelerimizden birisiydi.Atış birincisidir.)

Benim dostum çavuştur,

Belalası savuştur,

Rabbim Fuat Sancak'ı

Sevdiğine kavuştur. (Fuat Sancak bizim tertip Makine mühendisi kibar bir arkadaştı.Nişanlısı vardı.Ziyaretinde çok ağladığını söylemişti...)

Çavuşum verdi emir,

Selam çakarak gelir

Şimdi asker aslında

Öğretmen Zafer Demir (Eğitim çavuşlarımızdan dedemiz Zafer Demir sınıf öğretmenidir.Askerliği çok iyi yapan ,tekmilleriyle taburu ayağa kaldıran birisiydi.Muhabbetimiz iyiydi.)

Üstündeki renk midir

Boyu bana denk midir

Askerlik arkadaşım

İstanbullu Cenk midir (Bizim tertiplerden Cenk,magazin dünyasını çok iyi bilirdi.)

Tertibinin dostudur,

Toruna kan kusturur

"Alo beyler!" deyince

Askerleri susturur. (Kim için yazdığımı unutmuşum.)

Saat gelince beşe

Bir şey olur Abeş'e

Feryat edip bağırır

Sanki düşmüş ateşe! (Eyüp Abeş, 82/2 tertip Güneydoğulu bir çavuş kardeşimizdi.Bağırmasıyla meşhurdu.Sabah içtiması için bir bağırıdı ki herkes yataklarından fırlardı...)

Asker gönlü hastadır

İstediği pastadır.

Bir bir tertip Adem

Üsteğmene postadır.

Düne kadar hürdüler,

Her an keyif sürdüler

Acemi askerlerin

Defterini dürdüler.


Uzundur pek şanlıdır,
Güçlüdür heycanlıdır
Memleketi Kırşehir
Osman delikanlıdır. ( Osman Akça 81/2 tertiplerden uzun boylu bir gençti.İyi bir çocuktu.)

Hayâllerde kaldı kot
Kâbusumuz oldu bot
Yemek vaktine kadar
Akşam yolacağız ot.( Bir uzman çavuşun gözetiminde papatya ve ot yolmuştuk.Parmaklarımda derin çatlaklar meydana gelmişti.Çok acı veriyordu...)

Parçalandı şu gönlüm
Bu dağıtım bir ölüm
Kaybetmişim dostumu
Nerdesin Mehmet Gül'üm
(Mehmet Gül bizim tertiplerden çok hoş bir insandı.Acemilik döneminin sonunda dağıtımlar yapılırken o tek başına Telsiz Bölüğü'ne düşmüştü.Bunun için çok ağlamıştı.)






Not:Askerde iken yazdığım manilerden birkaçtanesi...

6 Nisan 2008 Pazar

Ezberlediğim Şiirlerden Bazıları

BİR GÜNÜN SONUNDA ARZU


Yorgun gözümün halklarında
Güller gibi fecr oldu nümayan,
Güller gibi...sonsuz, iri güller
Güller ki kamıştan daha nalan;
Gün doğdu yazık arkalarında!

Altın kulelerden yine kuşlar
Tekrarını ömrün eder ilan.
Kuşlar mıdır onlar ki her aksam
Âlemlerimizden sefer eyler?

Akşam, yine akşam, yine akşam
Bir sırma kemerdir suya baksam;
Akşam, yine akşam, yine akşam
Göllerde bu dem bir kamış olsam!

Ahmet Hâşim

MERDİVEN


Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak...

Sular sarardı... yüzün perde perde solmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...

Eğilmiş arza, kanar, muttasıl kanar güller;
Durur alev gibi dallarda kanlı bülbüller,
Sular mı yandı? Neden tunca benziyor mermer?

Bu bir lisan-i hafidir ki ruha dolmakta,
Kızıl havaları seyret ki akşam olmakta...

Ahmet HAŞİM



OTUZ BEŞ YAŞ ŞİİRİ
 
Yaş otuz beş yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.
 
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allah'ım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz?
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?
 
Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim.
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim;
Yalandır kaygısız olduğum yalan.
 
Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hâtırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir,
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.
 
Gökyüzünün başka rengi de  varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.
 
Ayva sarı, nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar?
 
Neylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak.
Kimbilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misâli o musalla taşında.
     CAHİT SITKI TARANCI




HASRETİNDEN PRANGALAR ESKİTTİMSeni, anlatabilmek seni.

İyi çocuklara, kahramanlara.

Seni anlatabilmek seni,

Namussuza, halden bilmeze,

Kahpe yalana.



Ard-arda kaç zemheri,

Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.

Dışarda gürül-gürül akan bir dünya...

Bir ben uyumadım,

Kaç leylim bahar,

Hasretinden prangalar eskittim.

Saçlarına kan gülleri takayım,

Bir o yana

Bir bu yana...



Seni bağırabilsem seni,

Dipsiz kuyulara,

Akan yıldıza,

Bir kibrit çöpüne varana,

Okyanusun en ıssız dalgasına

Düşmüş bir kibrit çöpüne.



Yitirmiş tılsımını ilk sevmelerin,

Yitirmiş öpücükleri,

Payı yok, apansız inen akşamlardan,

Bir kadeh, bir cigara, dalıp gidene,

Seni anlatabilsem seni...

Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır

Üşüyorum, kapama gözlerini...
Ahmed Arif


KALDIRIMLAR Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.Yolumun karanlığa karışan noktasında,Sanki beni bekleyen bir hayâl görüyorum. Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.Bu gece yarısında iki kişi uyanık,Biri benim, biri de uzayan kaldırımlar. İçimde damla damla bir korku birikiyor;Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler.Simsiyah camlarını üzerime dikiyorGözleri çıkarılmış bir âmâ gibi evler. Kaldırımlar, ızdırap çekenlerin annesi;Kaldırımlar; içimde yaşamış bir insandır.Kaldırımlar, duyulur sükûn içinde sesi,Kaldırımlar, içimde uzayan bir lisandır. Bana düşmez can vermek yumuşak bir kucakta,Ben bu kaldırımların istediği çocuğum.Aman sabah olmasın bu karanlık sokakta,Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum. Ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin,İki yanımdan aksın bir sel gibi fenerler.Tak tak ayak sesimi aç köpekler işitsin,Yolumda bir tâk olsun zulmetten taş kemerler. Ne ışıkta gezeyim, ne göze görüneyim,Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları.Islak bir yorgan gibi iyice bürüneyim,Örtün üstüme, örtün serin karanlıkları. Uzanıverse gövdem taşlara boydan boya,Alsa bu soğuk taşlar alnımdaki ateşi.Dalıp sokaklara kadar esrarlı bir uykuya,Ölse kaldırımların karasevdâlı eşi... NECİP FAZIL KISAKÜREK



KOÇAKLAMA

Mert dayanır namert kaçar
Meydan gümbür gümbürdenir
Şahlar sahi divan acar
Divan gümbür gümbürdenir

Yiğit kendini öğende
Oklar menzilin döğende
Seşber kalkana değende
Kalkan gümbür gümbürdenir

Ok atılır kalesinden
Hak saklasın belasından
Köroğlu'nun narasından
Her yan gümbür gümbürdenir

Köroğlu



BEN SANA MECBURUM
 
ben sana mecburum bilemezsin
 
adini mıh gibi aklımda tutuyorum
 
büyüdükçe büyüyor gözlerin
 
ben sana mecburum bilemezsin
 
içimi seninle ısıtıyorum
 
 
ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
 
bu şehir o eski İstanbul mudur
 
karanlıkta bulutlar parçalanıyor
 
sokak lambaları birden yanıyor
 
kaldırımlarda yağmur kokusu
 
ben sana mecburum sen yoksun
 
 
sevmek kimi zaman rezilce korkuludur
 
insan bir akşamüstü ansızın yorulur
 
tutsak ustura ağzında yasamaktan
 
kimi zaman ellerini kırar tutkusu
 
birkaç hayat çıkarır yaşamasından
 
hangi kapıyı çalsa kimi zaman
 
arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
 
 
Fatih'te yoksul bir gramofon çalıyor
 
eski zamanlardan bir cuma çalıyor
 
durup köşe başında deliksiz dinlesem
 
sana kullanılmamış bir gök getirsem
 
haftalar ellerimde ufalanıyor
 
ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
 
ben sana mecburum sen yoksun
 
 
belki Haziran'da mavi benekli çocuksun
 
ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
 
bir şileb sızıyor ıssız gözlerinden
 
belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
 
bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
 
belki korsun kırılmışsın telaş içindesin
 
kotu rüzgâr saçlarını götürüyor
 
 
ne vakit bir yaşamak düşünsem
 
bu kurtlar sofrasında belki zor
 
ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
 
ne vakit bir yasamak düşünsem
 
sus deyip adınla başlıyorum
 
içimsıra kımıldıyor gizli denizlerin
 
hayır başka türlü olmayacak
 
ben sana mecburum bilemezsin.
                              ATTİLA İLHAN



FAHRİYE ABLA


Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar,
Kapanırdı daha gün batmadan kapılar.
Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden,
Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen!
Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen
Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla
Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye Abla!

Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi,
Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi;
Güneşin batmasına yakın saatlerde
Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede.
Yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede;
Bahçende akasyalar açardı baharla.
Ne şirin komşumuzdun sen, Fahriye Abla!

Önce upuzun, sonra kesik saçın vardı;
Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı.
İçini gıcıklardı bütün erkeklerin
Altın bileziklerle dolu bileklerin.
Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin;
Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla.
Ne çapkın komşumuzdun sen, Fahriye Abla!

Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,
En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.
Bilmem simdi hâlâ bu ilk kocanda misin,
Hâlâ dağları karlı Erzincan’da mısın?
Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;
Hâtırada kalan şey değişmez zamanla,
Ne vefalı komşumuzdun sen, Fahriye Abla!

Ahmet Muhip Dranas


UZUN İNCE BİR YOLDAYIM

Uzun ince bir yoldayım
Gidiyorum gündüz gece
Bilmiyorum ne haldeyim
Gidiyorum gündüz gece
Dünyaya geldiğim anda
Yürüdüm aynı zamanda
İki kapılı bir handa
Gidiyorum gündüz gece
Uykuda dahi yürüyom
Kalmaya sebeb arıyom
Gidenleri hep görüyom
Gidiyorum gündüz gece
Kırk dokuz yıl bu yollarda
Ovada dağda çöllerde
Düşmüşüm gurbet ellerde
Gidiyorum gündüz gece
Şaşar Veysel işbu hale
Gah ağlayı gahi güle
Yetişmek için menzile
Gidiyorum gündüz gece

DOSTLAR BENİ HATIRLASIN

Ben giderim adım kalır
Dostlar beni hatırlasın
Düğün olur bayram gelir
Dostlar beni hatırlasın

Can kafeste durmaz uçar
Dünya bir han konan göçer
Ay dolanır yıllar geçer
Dostlar beni hatırlasın

Can bedenden ayrılacak
Tütmez baca yanmaz ocak
Selam olsun kucak kucak
Dostlar beni hatırlasın

Ne gelsemdi ne giderdim
Günden güne arttı derdim
Garip kalır yerim yurdum
Dostlar beni hatırlasın

Açar solar türlü çiçek
Kimler gülmüş kim gülecek
Murad yalan ölüm gerçek
Dostlar beni hatırlasın

Gün ikindi akşam olur
Gör ki başa neler gelir
Veysel gider adı kalır
Dostlar beni hatırlasın

Âşık Veysel


BU AŞK BURADA BİTER

Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim

Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver

Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim

Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider

Bir hatıradır şimdi dalgın uyuyan şehir

Solarken albümlerde çocuklar ve askerler

Yüzün bir kır çiçeği gibi usulca söner

Uyku ve unutkanlık gittikçe derinleşir

Yan yana uzanırdık ve ıslaktı çimenler

Ne kadar güzeldin sen! nasıl eşsiz bir yazdı!

Bunu anlattılar hep, yeni yiten bir aşkı

Geçerek bu dünyadan bütün ölü şairler

Bu aşk burada biter ve ben çekip giderim

Yüreğimde bir çocuk cebimde bir revolver

Bu aşk burada biter iyi günler sevgilim

Ve ben çekip giderim bir nehir akıp gider

Ataol BEHRAMOĞLU


ÇOBAN ÇEŞMESİ

Derinden derine ırmaklar ağlar,
Uzaktan uzağa çoban çeşmesi,
Ey suyun sesinden anlayan bağlar,
Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi.

"Gönlünü şirinin aşkı sarınca
Yol almış hayatın ufuklarınca,
O hızla dağları Ferhat yarınca
Başlamış akmağa çoban çeşmesi..."

O zaman başından aşkındı derdi,
Mermeri oyardı, taşı delerdi.
Kaç yanık yolcuya soğuk su verdi.
Değdi kaç dudağa çoban çeşmesi.

Vefasız Aslıya yol gösteren bu,
Keremin sazına cevap veren bu,
Kuruyan gözlere yaş gönderen bu...
Sızmadı toprağa çoban çeşmesi.

Leylâ gelin oldu, Mecnun mezarda,
Bir susuz yolcu yok şimdi dağlarda,
Ateşten kızaran bir gül ararda,
Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi,

Ne şair yaş döker, ne aşık ağlar,
Tarihe karıştı eski sevdalar.
Beyhude seslenir, beyhude çağlar,
Bir sola, bir sağa çoban çeşmesi...

Faruk Nafiz Çamlıbel

BİNGÖL ÇOBANLARI

Daha deniz görmemiş bir çoban çocuğuyum.

Bu dağların en eski âşinasıdır soyum,

Bekçileri gibiyiz ebenced buraların.

Bu tenha derelerin, bu vahşi kayaların

Görmediği gün yoktur sürü peşinde bizi,

Her gün aynı pınardan doldurur destimizi

Kırlara açılırız çıngıraklarımızla...

Okuma yok, yazma yok, bilmeyiz eski, yeni;

Kuzular bize söyler yılların geçtiğini.

Arzu, başlarımızdan yıldızlar gibi yüksek;

Önümüzde bir sürü, yanımızda bir köpek,

Dolaştırıp dururuz aynı daüssılayı;

Her adım uyandırır ayrı bir hatırayı:

Anam bir yaz gecesi doğurmuş beni burda,

Bu çamlıkta söylemiş son sözlerini babam;

Şu karşı ki bayırda verdim kuzuyu kurda,

Suna’mın başka köye gelin gittiği akşam.

Gün biter, sürü yatar ve sararan bir ayla,

Çoban hicranlarını basar bağrına yayla.

-Kuru bir yaprak gibi kalbini eline al,

Diye hıçkırır kaval:

Bir çoban parçasısın olmasan bile koyun,

Daima eğeceksin, başkalarına boyun;

Hülyana karışmasın ne şehir, ne de çarşı,

Yamaçlarda her akşam batan güneşe karşı

Uçan kuşları düşün, geçen kervanları an!

Mademki kara bahtın adını koydu: Çoban!

Nasıl yaşadığından, ne içip yediğinden,

Çıngırak seslerinin dağlara dediğinden

Anlattı uzun uzun.

Şehrin uğultusundan usanmış ruhumuzun

Nadir duyabildiği taze bir heyecanla...

Karıştım o gün bugün bu zavallı çobanla

Bingöl yaylarının mavi dumanlarına,

Gönlümü yayla yaptım Bingöl çobanlarına!

Kemalettin KAMU

GURBET

Gurbet o kadar acı

Ki ne varsa içimde

Hepsi bana yabancı,

Hepsi başka biçimde.

Eriyorum gitgide;

Elveda her ümide.

Gurbet benliğimi de

Bitirmiş bir içimde.

Ne arzum, ne emelim...

Yaralanmış bir elim

Ben gurbette değilim,

Gurbet benim içimde.

Kemalettin Kamu

BÜLBÜL

Bütün dünyâya küskündüm, dün akşam pek bunalmıştım;

Nihayet, bir zaman kırlarda gezmiş, köyde kalmıştım.

Şehirden kaçmak isterken sular zaten kararmıştı,

Pek ıssız bir karanlık sonradan vâdiyi sarmıştı.

Işık yok, yolcu yok, ses yok, bütün hilkat kesilmiş lâl...

Bu istiğrâkı tek bir nefha olsun etmiyor ihlâl

Muhîtin hâli "insâniyyet"in timsâlidir, sandım;

Dönüp mâzîye tırmandım, ne hicranlar, neden andım!

Taşarken haşrolup beynimden artık bin müselsel yâd,

Zalâmın sinesinden fışkıran memdûd bir feryâd,

0 müstağrak, o durgun vecdi nâgâh öyle coşturdu

Ki vâdiden bütün, yer yer, enînler çağlayıp durdu.

Ne muhrik nağmeler, yâ Rab, ne mevcâmevc demlerdi;

Ağaçlar, taşlar ürpermişti, gûya Sûr-i Mahşerdi!

-Eşin var, âşiyanın var, baharın var, ki beklerdin;

Kıyâmetler koparmak neydi, ey bülbül, nedir derdin ?

0 zümrüd tahta kondun, bir semâvî saltanat kurdun;

Cihânın yurdu hep çiğnense, çiğnenmez senin yurdun,

Bugün bir yemyeşil vâdi, yarın bir kıpkızıl gülşen,

Gezersin, hânmânın şen, için şen, kâinatın şen.

Hazansız bir zemin isterse, şâyed rûh-i ser-bâzın,

Ufuklar, bu'd-i mutlaklar bütün mahkûm-i pervâzın.

Değil bir kayda, sığmazsın - kanadlandım mı - eb'âda;

Hayâtın en muhayyel gayedir ahrâra dünyâda,

Neden öyleyse mâtemlerle eyyâmın perîşandır?

Niçin bir damlacık göğsünde bir umman hurûşandır?

Hayır, mâtem senin hakkın değil... Mâtem benim hakkım:

Asırlar var ki, aydınlık nedir, hiç bilmez âfâkım!

Tesellîden nasîbim yok, hazân ağlar bahârımda;

Bugün bir hânmansız serseriyim öz diyârımda!

Ne hüsrandır ki: Şark'ın ben vefâsız, kansız evlâdı,

Serâpâ Garba çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!

Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim herc ü merc oldu,

SALÂHADDÎN-İ EYYÛBÎ'lerin, FATİH'lerin yurdu.

Ne zillettir ki: nâkûs inlesin beyninde OSMAN'ın;

Ezan sussun, fezâlardan silinsin yâdı Mevlâ'nın!

Ne hicrandır ki: en şevketli bir mâzi serâp olsun;

O kudretler, o satvetler harâb olsun, türâb olsun!

Çökük bir kubbe kalsın ma'bedinden YILDIRIM Hân'ın;

Şenâatlerle çiğnensin muazzam Kabri ORHAN'ın!

Ne heybettir ki: vahdet-gâhı dînin devrilip, taş taş,

Sürünsün şimdi milyonlarca me'vâsız kalan dindaş!

Yıkılmış hânmânlar yerde işkenceyle kıvransın;

Serilmiş gövdeler, binlerce, yüz binlerce doğransın!

Dolaşsın, sonra, İslâm'ın harem-gâhında nâ-mahrem...

Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!

Mehmet Âkif ERSOY

ABBAS


Haydi abbas, vakit tamam;
Akşam diyordun işte oldu akşam.
Kur bakalım çilingir soframızı;
Dinsin artık bu kalp ağrısı.
Şu ağacın gölgesinde olsun;
Tam kenarında havuzun.
Aya haber Sal çıksın bu gece;
Görünsün şöyle gönlümce.
Bas kırbacı sihirli seccadeye,
Göster hükmettiğini mesafeye
Ve zamana.
Katip tozu dumanı,
Var git,
Böyle ferman etti Cahit,
Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan;
Yaşamak istiyorum gençliğimi yeni baştan.

Cahit Sıtkı TARANCI



BU VATAN KİMİN

Bu vatan toprağın kara bağrında

Sıradağlar gibi duranlarındır,

Bir tarih boyunca onun uğrunda

Kendini tarihe verenlerindir.

Tutuşup kül olan ocaklarından,

Şahlanıp köpüren ırmaklarından,

Hudutta gaza bayraklarından

Alnına ışıklar vuranlarındır.

Ardına bakmadan yollara düsen,

Simsek gibi çakan, sel gibi coşan,

Huduttan hududa yol bulup koşan,

Cepheden cepheyi soranlarındır.

İleri atılıp sellercesine

Göğsünden vurulup tam ercesine,

Bir gül bahçesine girercesine

Şu kara toprağa girenlerindir.

Tarihin dilinden düşmez bu destan,

Nehirler gazidir, dağlar kahraman,

Her taşı yakut olan bu vatan

Can verme sırrına erenlerindir.

Gökyay'ım ne yazsan ziyade değil,

Bu sevgi bir kuru ifade değil,

Sencileyin hasmı rüyada değil,

Topun namlusundan görenlerindir.

Orhan Şâik GÖKYAY

DEĞİL


Bilmem ki nasıl anlatsam;
Nasıl, nasıl, size derdimi!
Bir dert ki yürekler acısı,
Bir dert ki düşman başına.
Gönül yarası desem...
Değil!
Ekmek parası desem...
Değil!
Bir dert ki...

Dayanılır şey değil


ANLATAMIYORUM

Ağlasam sesimi duyar misiniz,

Mısralarımda;

Dokunabilir misiniz,

Göz yaşlarıma, ellerinizle?

Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,

Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu

Bu derde düşmeden önce.

Bir yer var, biliyorum;

Her şeyi söylemek mümkün;

Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;

Anlatamıyorum.

İSTANBUL'U DİNLİYORUM

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı

Önce hafiften bir rüzgar esiyor;

Yavaş yavaş sallanıyor

Yapraklar, ağaçlarda;

Uzaklarda, çok uzaklarda,

Sucuların hiç durmayan çıngırakları

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Kuşlar geçiyor, derken;

Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.

Ağlar çekiliyor dalyanlarda;

Bir kadının suya değiyor ayakları;

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Serin serin Kapalıçarşı

Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa

Güvercin dolu avlular

Çekiç sesleri geliyor doklardan

Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Basımda eski alemlerin sarhoşluğu

Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;

Dinmiş lodosların uğultusu içinde

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Bir yosma geçiyor kaldırımdan;

Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.

Bir şey düşüyor elinden yere;

Bir gül olmalı;

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul’u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Bir kus çırpınıyor eteklerinde;

Alnın sıcak mi, değil mi, biliyorum;

Dudakların ıslak mi, değil mi, biliyorum;

Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından

Kalbinin vurusundan anlıyorum;

İstanbul’u dinliyorum.

Orhan Veli Kanık

YAŞAMAK

Biliyorum, kolay değil yaşamak,

Gönül verip türkü söylemek yar üstüne;

Yıldız ışığında dolaşıp geceleri,

Gündüzleri gün ışığında ısınmak;

Şöyle bir fırsat bulup yarım gün,

Yan gelebilmek Çamlıca tepesine...

-Bin türlü mavi akar Boğaz'dan-

Her şeyi unutabilmek maviler içinde.

Biliyorum, kolay değil yaşamak;

Ama işte

Bir ölünün hala yatağı sıcak,

Birinin saati işliyor kolunda.

Yaşamak kolay değil ya kardeşler,

Ölmek de değil;

Kolay değil bu dünyadan ayrılmak.

Orhan VELİ

MEHLİKA SULTAN


Mehlika Sultan'a aşık yedi genç
Gece şehrin kapısından çıktı:
Mehlika Sultan'a aşık yedi genç
Kara sevdalı birer aşıktı.

Bir hayalet gibi dünya güzeli
Girdiğinden beri rüyalarına;
Hepsi meşhur, o muamma güzeli
Gittiler görmeye Kaf dağlarına.

Hepsi, sırtında aba, günlerce
Gittiler içleri hicranla dolu;
Her günün ufkunu sardıkça gece
Dediler: ''Belki bu son akşamdır''

Bu emel gurbetinin yoktur ucu;
Daima yollar uzar, kalp üzülür:
Ömrü oldukça yürür her yolcu,
Varmadan menzile bir yerde ölür.

Mehlika'nın kara sevdalıları
Vardılar çıkrığı yok bir kuyuya,
Mehlika'nın kara sevdalıları
Baktılar korkulu gözlerle suya.

Gördüler: ''Aynada bir gizli cihan..
Ufku çepçevre ölüm servileri...''
Sandılar doğdu içinden bir an
O, uzun gözlü, uzun saçlı peri.

Bu hazin yolcuların en küçüğü
Bir zaman baktı o viran kuyuya.
Ve neden sonra gümüş bir yüzüğü
Parmağından sıyırıp attı suya.

Su çekilmiş gibi rüya oldu!..
Erdiler yolculuğun son demine;
Bir hayal alemi peyda oldu
Göçtüler hep o hayal alemine.

Mehlika Sultan'a aşık yedi genç
Seneler geçti, henüz gelmediler;
Mehlika Sultan'a aşık yedi genç
Oradan gelmeyecekmiş dediler!..

Yahya Kemal Beyatlı


AKINCI

Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik.

Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik.

Ak tolgalı beylerbeyi haykırdı:İlerle

Bir yaz günü geçtik Tuna’dan kafilelerle…

Şimşek gibi bir semte atıldık yedi koldan

Şimşek gibi Türk atlarının geçtiği yoldan.

Bir gün dolu dizgin boşanan atlarımızla

Yerden yedi kat arşa kanatlandık o hızla…

Cennette bugün gülleri açmış görürüz de

Hâlâ o kızıl hatıra titrer gözümde

Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik,

Bin atlı,o gün dev gibi bir orduyu yendik.

ENDÜLÜSTE RAKS

Zil, şal ve gül.Bu bahçede raksın bütün hızı...
Şevk akşamında Endülüs üç def'a kırmızı...

Aşkın sihirli şarkısı yüzlerce dildedir
İspanya neş'esiyle bu akşam bu zildedir.

Yelpâze çevrilir gibi birden dönüşleri,
İşveyle devriliş, örtünüşleri...

Her rengi istemez ,gözümüz şimdi aldadır;
İspanya dalga dalga bu akşam bu şaldadır
.
Alnında halka halkadır aşüfte kâkülü
Göğsünde yosma Gırnata'nın en güzel gülü..

Altın kadeh her elde, güneş her gönüldedir ;
İspanya varlığıyla bu akşam bu güldedir.

Raks ortasında bir durup oynar, yürür gibi;
Bir baş çevirmesiyle bakar öldürür gibi...

Gül tenli, kor dudaklı,kömür gözlü sürmeli...
Şeytan diyor ki, sarmalı, yüz kere öpmeli...

Gözler kamaştıran şala, meftûn eden güle
Her kalbi dolduran zile, her sineden "Ole!

Yahya Kemal BEYATLI

SESSİZ GEMİ

Artık demir almak günü gelmişse zamandan
Meçhûle giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;
Sallanmaz o kalkışta ne mendil, ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyâhatten elemli,
Günlerce siyâh ufka bakar gözleri nemli,

Bîçâre gönüller! Ne giden son gemidir bu!
Hicrânlı hayatın ne de son matemidir bu.

Dünyada sevilmiş ve seven nâfile bekler;
Bilmez ki giden sevgililer dönmiyecekler.

Bir çok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Bir çok seneler geçti; dönen yok seferinden

Yahya Kemal BEYATLI

Geçmiş Yaz

Rü'ya gibi bir yazdı. Yarattın hevesinle

Her anını, her rengini, her si'rini hazdan.

Hâlâ doludur bahçeler en tali sesinle!

Bir gün, bir uzak hatıra özlersen o yazdan

Körfezdeki dalgın suya bir bak, göreceksin:

Geçmiş gecelerden biri durmakta derinde;

Mehtap... iri güller... ve senin en güzel aksin...

Velhasıl o rü'ya duruyor yerli yerinde!

Yahya Kemal Beyatlı

Başka Bir Tepeden

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!

Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.

Ömrüm oldukça gönül tahtına keyfince kurul!

Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.


Nice revnaklı şehirler görünür dünyada,

Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.

Yaşamıştır derim en hoş ve uzun rüyada

Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.

Yahya Kemal Beyatlı

Rindlerin Akşamı

Dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç;

Bu son fasıldır ey ömrüm, nasıl geçersen geç.

Cihana bir daha gelmek hayal edilse bile,

Avunmak istemeyiz öyle bir teselliyle.

Geniş kanatları boşlukta simsiyah açılan

Ve arkasından güneş doğmıyan büyük kapıdan

Geçince başlıyacak bitmeyen sükunlu gece.

Guruba karşı bu son bahçelerde, keyfince,

Ya şevk içinde harab ol, ya aşk içinde gönül.

Ya lâle açmalıdır göğsümüzde yahut gül.

Yahya Kemal Beyatlı



Milyon Kere Ayten

Ben bir ayten tutturmuşum
Oh ne iyi
Aytenli içkiler içip sarhoş oluyorum
Ne güzel
Hoşuma gitmiyorsa rengi denizlerin
Biraz ayten sürüyorum
Güzelleşiyor.
Şarkılar söylüyorum
Şiirler yazıyorum,ayten üzerine
Saatim her zaman ya ayten’e beş var
Ya ayten’i beş geçiyor

Ne yana baksam gördüğüm o
Gözümü yumsam aklımdan ayten geçiyor
Bana sorarsanız mevsimlerden ayten’deyiz.
Günlerden aytentesi
Odur gün gün beni yaşatan
Onun kokusu sarmıştır sokakları
Onun gözleridir şafakta gördüğüm
Akşam kızıllığında onun dudakları
Başka kadını övmeyin yanımda gücenirim
Ayten’i övecekseniz
Ne ala oturabilirsiniz
Bir kadehte sizinle içeriz ayten’i
İki laf ederiz.

Onu siz de seversiniz benim gibi
Ama yağma yok
Ayten’i size bırakmam
Alın,tek kat elbisemi size vereyim
Cebimde bir on liram var
Onu da alın gerekirse

Ben ayten’i düşünürüm üşümem
Üç kere adını tekrarlarım karnım doyar
Parasızlık da bir şey mi?
Ölüm bile kötü değil
Aytensizlik kadar !

Ona uğramayan gemiler batsın
Ondan geçmeyen trenler devrilsin
Onu sevmeyen yürek taş kesilsin
Kapansın onu görmeyen gözler
Onu övmeyen diller kurusun
İki kere iki dört elde var ayten
Bundan böyle dünyada
Aşkın adı AYTEN olsun.

Ümit Yaşar Oğuzcan



Kışlada Bahar

Kara gözlüm efkârlanma,gül gayrı!

İbibikler öter ötmez ordayım.

Mektubunda diyorsun ki gel gayrı!

Sütler kaymak tutar tutmaz ordayım.

Ah çekerim resmine her bakışta.

Bir mahzunluk var o boyun büküşte.

Emin ol her sigara yakışta,

Sanki duman tüter tütmez ordayım.

Mor dağlara karargâhlar kurulur,

Eteğinde bölük bölük durulur,

On dakika istirahat verilir,

Tüfekleri çatar çatmaz ordayım...

Dağlar,taşlar bu hasretlik derdinde;

Sabır sebat etmez gönül yurdunda.

Akşam olur tepelerin ardında ,

Daha güneş batar batmaz ordayım...

Aramıza dağlar girmiş koskoca;

Meraklanma ,gönlüm dağlardan yüce!

Bir gün değil,beş gün değil,her gece

Yatağıma yatar yatmaz ordayım...

Bahar geldi;koyun,kuzu koklaştı.

İki âşık dört senedir bekleşti.

Kara gözlüm,düğün dernek yaklaştı.

Vatan borcu biter bitmez ordayım!

Bekir Sıtkı ERDOĞAN

LAVİNİA

Sana gitme demeyeceğim.

Üşüyorsun ceketimi al.

Günün en güzel saatleri bunlar.

Yanımda kal.

Sana gitme demeyeceğim.

Gene de sen bilirsin

Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim,

İncinirsin.

Sana gitme demeyeceğim,

Ama gitme, Lavinia.

Adını gizleyeceğim

Sen de bilme, Lavinia.

ÖZDEMİR ASAF

GÖZLERİN İSTANBUL OLUYOR BİRDEN

Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,
Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.
Martılar konuyor omuzlarıma,
Gözlerin İstanbul oluyor birden.
Akşamlardan, gecelerden, senden uzağım
Şiirlerim rüzgardır uzak dağlardan esen
Durgun sular gibi azalacağım
Bir gün, birdenbire çıkıp gelmesen.
Şarkılarla geleceksin, duygulu, ince
Yalnız gözlerime bak diyeceksin.
Ellerim usulca ellerine değince
Kaybolup gideceksin
Bir elim seni çizecek bütün pencerelere
Bir elim seni silecek.
Kalbim: Ebemkuşağı; günde bin kere
Senin için yeni baştan can kesilecek.
Ne güzel seni bulmak bütün yüzlerde
Sonra seni kaybetmek hemen her yerde
Ne güzel bineceğim vapurları kaçırmak
Yapayalnız kalmak iskelelerde.
Seninle bir yağmur başlıyor iplik iplik,
Bir güzellik doğuyor yüreğime şiirden.
Martılar konuyor omuzlarıma,
Gözlerin İstanbul oluyor birden.

YAVUZ BÜLENT BAKİLER

Elif Elif Diye

İncecikten bir kar yağar

Tozar Elif Elif diye

Deli gönül abdal olmuş

Gezer Elif Elif diye

Elif’in uğru nakışlı

Yavru balaban bakışlı

Yayla çiçeği kokuşlu

Kokar Elif Elif diye

Elif kaşlarını çatar

Gamzesi sineme batar

Ak elleri kalem tutar

Yazar Elif Elif diye

Evlerinin önü çardak

Elif’in elinde bardak

Sanki yeşil başlı ördek

Yüzer Elif Elif diye

Karac’oğlan eğmelerin

Gönül vermez değmelerin

İliklemiş düğmelerin

Çözer Elif Elif diye

MİHRİBAN

Sarı saclarına deli gönlümü
Bağlamışlar, çözülmüyor Mihriban
Ayrılıktan zor belleme olumu
Görmeyince sezilmiyor Mihriban

Yar, deyince kalem elden düşüyor
Gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor
Lambamda titreyen alev üşüyor
Aşk, kağıda yazılmıyor Mihriban

Önce naz, sonra söz ve sonra hile
Sevilen seveni düşürür dile
Seneler, asırlar değişse bile
Eski töre bozulmuyor Mihriban

Tabiplerde ilaç yoktur yarama
Aşk deyince ötesini arama
Her nesnenin bir bitimi var ama
Aşka hudut çizilmiyor Mihriban

Boşa bağlanmamış bülbül, gülüne
Kar koysan koz olur askın külüne
Şaştım kara bahtım tahammülüne
Tasa çalsam ezilmiyor Mihriban

Tarife sığmıyor askın anlamı
Ancak çeken bilir bu derdi, gamı
Bir kor düğüm bastan sona tamamı
Çözemedim çözülmüyor Mihriban.

Abdurrahim Karakoç

Siperden Mektup

Allah’a duâ et düşman tırpanı

Devlet ağacını yolmasın anne

Dökülsün altında oğlunun kanı

Bayrağın gül rengi solmasın anne.

Köyden biri geldi taburumuza;

Meğer söz kesilmiş muhtarın kıza;

Gece niyet tutup baktım yıldıza;

Artık söyle o iş olmasın anne.

Düşünme boş gelse posta tatarı

Siperden akın var yarın dışarı

Kadere razı ol;uzun yolları

Bekleyen gözlerin dolmasın anne

İbrahim Alaaddin Gövsa

ÇOCUKLUĞUM
 
Affan Dede'ye para saydım
Sattı bana çocukluğumu
Artık ne adım var ne yaşım
Bilmiyorum kim olduğumu
Hiçbir şey sorulmasın benden
Haberim yok olan bitenden
 
Bu bahar havası bu bahçe
Havuzda su şırıl şırıldır
Uçurtmam bulutlardan yüce
Zıpzıplarım pırıl pırıldır
Ne güzel dönüyor çemberim
Hiç bitmese horoz şekerim.
 
                    Cahit Sıtkı TARANCI

66. SONE
 
Vazgeçtim bu dünyadan tek ölüm paklar beni,

Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez.

Değil mi ki çiğnenmiş inancın en seçkini,

Değil mi ki yoksullar mutluluktan habersiz,

Değil mi ki ayaklar altında insan onuru,

O kizoğlan kız erdem dağlara kaldırılmış,

Ezilmiş, hor görülmüş el emeği, göz nuru,

Ödlekler geçmiş başa, derken mertlik bozulmuş,

Değil mi ki korkudan dili bağlı sanatın,

Değil mi ki çılgınlık sahip çıkmış düzene,

Doğruya doğru derken eğriye çıkmış adın,

Değil mi ki kötüler kadı olmuş Yemen' e

Vazgeçtim bu dünyadan, dünyamdan geçtim ama,

Seni yalnız koymak var, o koyuyor adama.



(Çeviri: Can Yücel)
 

DOST

Bir gece habersiz bize gel,

Merdivenler gıcırdamasın.

Öyle yorgunum ki hiç sorma,

Sen hâlimden anlarsın.

Sabahlara kadar oturup konuşalım,

Kimse duymasın.

Mavi bir gökyüzümüz olsun,kanatlarımız

Dokunarak uçalım.

İnsanlardan buz gibi soğudum,

İşte yalnız sen varsın.

Öyle hâlsizim ki hiç sorma,

Anlarsın…

Cahit KÜLEBİ

SÖYLE SEVDA İÇİNDE TÜRÜKÜMÜZÜ

Söyle sevda içinde türkümüzü,

Aç bembeyaz bir yelken.

Neden herkes güzel olmaz,

Yaşamak bu kadar güzelken?

İnsan; dallarla bulutlarla bir,

Aynı mâvilikten geçmiştir.

İnsan nasıl ölebilir,

Yaşamak bu kadar güzelken.

Fâzıl Hüsnü DAĞLARCA


BAYRAK

Ey mavi göklerin beyaz ve kızıl süsü…

Kız kardeşimin gelinliği, şehidimin son örtüsü,

Işık ışık, dalga dalga bayrağım,

Senin destanını okudum, senin destanını yazacağım.

Sana benim gözümle bakmayanın

Mezarını kazacağım.

Seni selâmlamadan uçan kuşun

Yuvasını bozacağım.

Dalgalandığın yerde ne korku, ne keder...

Gölgende bana da, bana da yer ver!

Sabah olmasın, günler doğmasın ne çıkar;

Yurda ay-yıldızının ışığı yeter.

Savaş bizi karlı dağlara götürdüğü gün

Kızıllığında ısındık;

Dağlardan çöllere düştüğümüz gün

Gölgene sığındık.

Ey şimdi süzgün, rüzgârlarda dalgalı;

Barışın güvercini, savaşın kartalı…

Yüksek yerlerde açan çiçeğim;

Senin altında doğdum,

Senin altında öleceğim.

Tarihim, şerefim, şiirim, her şeyim,

Yer yüzünde yer beğen

Nereye dikilmek istersen,

Söyle, seni oraya dikeyim!

Arif Nihat ASYA

BİN BİRİNCİ GECE

Gurbetten gelmişim, yorgunum hancı;

Şuraya bir yatak ser yavaş yavaş.

Aman karanlığı görmesin gözüm,

Beyaz perdeleri ser yavaş yavaş.

Sıla burcu burcu ,ille ocağım…

Çoluk çocuk hasretinde kucağım…

Sana her şeyimi anlatacağım,

Otur baş ucuma ,sor yavaş yavaş.

Güç bela bir bilet aldım gişeden,

Yolculuk başladı Haydarpaşa’dan,

Hancı, n’olur elindeki şişeden

Birkaç yudum daha ver yavaş yavaş.

Ben o gece hem ağladım hem içtim,

İki gün diyardan diyara uçtum,

Kayseri yolundan Niğde’yi geçtim,

Uzaktan göründü Bor yavaş yavaş.

Garibim, her taraf bana yabancı,

Dertliyim çekinme doldur be hancı!

İlk önce kımıldar hafif bir sancı,

Ayrılık sonradan kor yavaş yavaş.

Bende bir resmi var,yarısı yırtık;

On yıldır evimin kapısı örtük;

Garip bir de sarhoş oldu mu artık

Bütün sırlarını der yavaş yavaş.

İşte hancı ben her zaman böyleyim,

Öteyi ne sen sor ne ben söyleyim,

Kaldır artık boş kadehi neyleyim,

Şu bizim hesabı gör yavaş yavaş.

Bekir Sıtkı ERDOĞAN

SEVİYORUM SENİ

Seviyorum seni ,
ekmeği tuza banıp yer gibi
Geceleyin ateşler içinde uyanarak
ağzımı dayayıp musluğa su içer gibi
Ağır posta paketini
neyin nesi belirsiz
telaşlı, sevinçli, kuşkulu açar gibi
Seviyorum seni
denizi ilk defa uçakla geçer gibi
İstanbul'da yumuşacık kararırken ortalık
içimde kımıldayan bir şeyler gibi
Seviyorum seni
Yaşıyoruz çok şükür der gibi

Nazım Hikmet

TOPRAK

Dost dost diye nicesine sarıldım;

Benim sâdık yârim, kara topraktır.

Beyhûde dolandım, boşa yoruldum,

Benim sâdık yârim, kara topraktır.

Nice güzellere bağlandım kaldım,

Ne bir vefâ gördüm, ne fayda buldum,

Her türlü isteğim topraktan aldım,

Benim sâdık yârim, kara topraktır.

Koyun verdi, kuzu verdi ,süt verdi,

Yemek verdi; ekmek verdi; et verdi;

Kazma ile dövmeyince kıt verdi;

Benim sâdık yârim, kara topraktır.

Âdem’dem bu deme neslim getirdi;

Bana türlü türlü meyva yedirdi,

Her gün beni tepesinde götürdü;

Benim sâdık yârim ,kara topraktır.

Karnın yardım kazma ile bel ile,

Yüzün yırttım tırnak ile el ile,

Yine beni karşıladı gül ile;

Benim sâdık yârim ,kara topraktır.

İşkence yaptıkça bana gülerdi;

Bunda yalan yoktur ,herkes de gördü;

Bir çekirdek verdim,dört bostan verdi;

Benim sâdık yârim ,kara topraktır.

Havaya bakarsam,hava alırım;

Toprağa bakarsam,duâ alırım;

Topraktan ayrılsam,nerde kalırım?

Benim sâdık yârim ,kara topraktır.

Dileğin var ise iste Allah’tan;

Almak için uzak gitme topraktan;

Cömertlik toprağa verilmiş Hak’tan

Benim sâdık yârim ,kara topraktır.

Hakîkât ararsan ,açık bir nokta;

Allah kula yakın,kul da Allâh’a;

Hakk’ın gizli hazinesi toprakta.

Benim sâdık yârim ,kara topraktır.

Bütün kusûrumu toprak gizliyor;

Merhem çalıp yaralarım düzlüyor;

Kolun açmış yollarımı gözlüyor;

Benim sâdık yârim ,kara topraktır.

Her kim ki olursa bu sırra mazhar;

Dünyaya bırakır ölmez bir eser,

Gün gelir Veysel’i bağrına basar.

Benim sâdık yârim ,kara topraktır.

Aşık Veysel

Koşma

Vardım ki yurdumdan ayak göçürmüş;

Yavru gitmiş,ıssız kalmış otağı.

Camlar şikest olmuş,meyler dökülmüş;

Sâkîler meclisten çekmiş ayağı.

Hangi dağa bulsam ben o merâli,

Hangi yerde sorsam çeşm-i gazali,

Avcılardan kaçmış ceylan misâli

Gezmiş dağdan dağı ,yoktur durağı.

Lâleyi ,sümbülü,gülü hâr almış,

Zevk ü şevk ehlini âh ü zâr almış,

Süleyman tahtını sanki mâr almış;

Gama tebdil olmuş ülfetin çağı.

Zihni dehr elinden her dem kan ağlar;

Vardım ki bağ ağlar,bağban ağlar;

Sümbüller perişan,güller kan ağlar

Şeyda bülbül terk edeli bu bağı.

Zihni


Not:Ezbere bildiğimiz başka şiirler de var.Ama şimdilik bunlar aklıma gelenler.Hoş şimdi bunların birçoğunu da unuttuk...